AİHM

İnsanlık, tarih boyunca çok değişik krizlerle karşılaştı. Krizler, kendi insan kardeşleriyle, hayvanlarla, hastalıklarla, deprem ve diğer felaketlerle kendini ortaya koydu.

İnsanın en büyük hayali tabiata egemen olmaktı, rüyalarının peşinden ta kutuplara gitti, Himalayalar’ı zaptetti, yerde demiryolları, hızlı trenler yetmedi, göğe merdiven kurdu insan, binlerce yolcusuyla uçaklar, karada mazlum sivillere bomba yağdıran jetler, en sonunda insan uzaya gitti. Ama bu defa doğa, depremle, selle, yağışla, taşan nehirlerle, çığla egemen insandan intikamını aldı.

İnsan taşınır ve taşınmaz malları, yiyecekleri, bireysel paraları, uçsuz bucaksız tarlaları, yer altından fışkıran suları ve elbette diğer insanları kontrol altına almak için toplumsal hukuku buldu. Evdeki eşyaların, karadaki mülklerin, masmavi denizlerin, bitimsiz gökyüzünün bile işleyiş kurallarını buldu, hepsine ayrı ayrı mevzuzat dalları kurdu.

Suç işleyenleri caydırmak için ilkel öç alma hukukundan, kısasa kısas’a, aşiret savaşlarından kabile kurallarına dek bir çok denemede bulunan insan, en sonunda modern hukuku kurdu. İnsan, bireyler arasındaki ilişkilerden devletlerarası düzene kadar bir dizi karar aldı. Modern hukuka gelene dek, bölgesel savaşlar, iç çatışmalar, ırkçı cinayetler, kölecilik, işçinin ve emeğin azgınca sömürülmesi, makineleşme, işçi sendikaları, kapitalist düzen ve alternatifi olarak sosyalizm ortaya çıktı. Bu arada önce Milletler Cemiyeti, sonra Birleşmiş Milletler kuruldu. İki dünya savaşı çıktı, milyonlarca asker ve sivil kanlı cephelerde, sokaklarda, meydanlarda ve evlerinde öldü, kentler yıkıldı, yeniden kuruldu.

Modern hukuk, öç almayı, kısasa kısası, uzuv kesmeyi, işkenceyi yasaklıyor, sorgulama ve yargılamada en önemli kuralları güvence altına alıyordu. Kralın, Monark’ın, Kilisenin, Kadı’nın yargılama kudretine son verildi, kuvvetler ayrılığına geçildi, hukuk eğitimi almış hakimlerden oluşan mahkemeler, yürütmeden bağımsız yargı düzeni tesis edildi. Susma hakkından, adil yargılanma hakkına, masumiyet karinesinden suç ve cezaların şahsiliğine dek en temel ilkeler işte bu modern hukukun ürünüydü. Geçen yüzyılın hikâyesi kabaca budur.

İnsan, nasıl mahkemeler aracılığıyla -adi suçlulardan siyasi muhaliflere- başka insanları yargılıyorsa, suç işleyen devletleri de yargılamayı hayal etti. Dünya çapında en etkili insan hakları sözleşmesini imzalayan Avrupa ülkeleri, bu büyük hayalin beşiği ve umuduydu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerdeki bireylerin temel haklarını koruyan, bireyleri hükümetlere karşı koruyan, devletlerin devletlere karşı da insan hakları ihlallerini koruması için şikâyet kapısı oldu. Mahkeme esasen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygunluk denetimi yapacaktı. Mahkeme’nin kuruluşunda başta kendi ülkesinde, sonra Avrupa’da milyonları katleden Hitler’in uygulamaları, faşizme duyulan yoğun tepki ve kapitalizme karşı artık alternatif bir sistem halini alan Sosyalist Blok’u dengeleme arayışı da etkili oldu.

Mahkeme bugüne kadar olumlu pek çok karara imza attı. İşkencenin yasaklanmasından, adil yargılanmaya kadar pek çok kuralı ete kemiğe büründürdü. Konsey üyesi ülkelerin bazıları Anayasa’sını, bazıları ise değişik kanunlarını Sözleşme’ye uygun hale getirdi. Bu bakımdan Avrupa’nın demokrasi standartları da mahkeme içtihatlarıyla yükseldi.

Türkiye’nin, bu Mahkeme’nin mahkûmiyet kararları sebebiyle Anayasa ve yasalarının önemli bir kısmını değiştirdiği, idamın kalkmasından işkencenin azalmasına, adil yargılanma kurallarının kabulünden, evli kadının kendi soyadını kullanma hakkına kavuşmasına dek geniş bir alanda reformlar yaptığı bilinmektedir.

Ne var ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (ECHR, AİHM), doğuştan bazı handikaplara da sahipti. Bir defa, en ağır suç işleyen kamu görevlilerine karşı dahi hiçbir yaptırım gücüne sahip değildi (Mahkûmiyet kararlarının hükümetlerce yerine getirilip getirilmediğini denetleyen Bakanlar Komitesi’nin bir üye ülkeye yaptırım uyguladığı hiç görülmedi). Ağır insan hakkı ihlalleri dahi dostane çözüm adı verilen ve “katı nakit ilişkisi”nden başka bir anlamı olmayan bir “çözümle” sona eriyordu. Bu, mahkemenin gücünü sorgulatıyor, haklı olarak “etik eleştiriler”le karşılaşmasına yol açıyordu. Devletlerin devletleri mahkemeye vermesi yine dostane çözümle kapatılıyordu.

Mahkeme’nin ömrü yarım yüzyılı henüz geçti, ancak bu mahkeme bir süredir verdiği kararlarla adeta intihara gidiyor. Hükümetlerin Mahkeme’nin verdiği kararlara karşı artan geleneksel tepkilerinden, Mahkeme’nin bütçe ve personelinin yıllar içinde gittikçe azaltılmasına, siyasi liderlerin kendi aralarında yürüttüğü utanç verici pazarlıklardan, sınırları tehdit eden mülteci akınlarına bir de sosyalizmin çoktan tehdit unsuru olmaktan çıkması ve yargı bağımsızlığının Trump gibi liderlerce pek çok ülkede her an aşağılanması eklenince, AİHM derin bir krize girdi.

AİHM için sıklıkla, “kendi başarısının kurbanı mahkeme” denilir. Bununla, mahkemeye yapılan binlerce başvurunun mahkemeyi tıkaması ve zamanla mahkemenin işleyemez hale gelmesi kastedilir. Ancak bu son kriz bir kesinlikle bir başarı ürünü değil, apaçık bir başarısızlık, mevcut sistemin ekonomik, siyasi, hukuki iflas hikâyesidir.