Geçtiğimiz hafta Fransız basınında yansıtılan küçük bir haberin izini sürerken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetki alanı ve gücünün azaltılması tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ortaya çıktı. 1949 yılından beri Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye, Konseye bağlı bu önemli kurulun “en iyi müşterisi”: AİHM’in kurulduğu 1959 yılından bugüne, Türkiye aleyhine toplam 2747 dava açılmış, böylece ülkemiz ikinci İtalya’nın (2166 dava) ve üçüncü Rusya’nın (1212) önünde ipi açık farkla göğüsleme başarısını elde etmiş! Türk hukuk sisteminin tükendiği yerde hakkını arayanların tek ümit ışığı olan bu kurumun etkisizleştirilmesi vahim sonuçlar yaratacaktır.

Bu tehlikenin başını Avrupa Konseyi’nin dönem başkanlığını altı aylığına yürüten İngiltere çekiyor. İngilizler Nisan ayında yapılacak Brighton Konferansı’nda, konseyin genelinde ve özellikle de AİHM’de, önemli reformlar yapılması önerilerini masaya yatıracak. Nisan’daki konferansı hazırlamak için 5 Mart’ta başlayan müzakerelerde, İngiltere AİHM yargıçlarının yetkilerini azaltmayı, dolayısıyla da mahkemenin etkisini düşürmeyi öneriyor.

İngiltere’nin muhafazakar başbakanı David Cameron, konu ile ilgili açıklamasında AİHM’in “gereksiz yere ulusal kararları denetlemeyi bırakarak, sadece vahim ihlalleri ele alması” için bir reform önerdiğini bildirdi. Mahkumların oy verme hakkını kaldıran İngiltere’ye AİHM’den 2010 ve 2011’de art arda ceza kararı çıktığından beri iktidar Strasbourg’daki mahkemeye diş biliyordu. Akabinde 2012 başında Ürdünlü bir islamcıya sınırdışı kararı veren İngiltere’yi, “ülkesinde adil bir yargılama” olamayacağı için kararı bozunca, zaten Avrupa kurumlarına sıcak bakmayan İngiltere mahkemenin yetkilerini azaltma yoluna gitmeye karar vermiş anlaşılan. Öte yandan, mahkemeye yakın çevreler, Londra’nın “mahkemenin ‘pür-ü pak’ Avrupa ülkeleriyle uğraşacağına, vicdansız Ruslar ve Türklerle uğraşmasını” istediğini ima ediyorlar. 

Nisan’daki konferans öncesinde, 5 Mart’tan itibaren süregelen görüşmelerde tartışılan, ancak Brighton’da karara bağlanacak iki kritik nokta AİHM’e yapılacak başvuruların kısıtlanıp kısıtlanmayacağını belirleyecek. Genel olarak, ulusal yargı mercinin verdiği hükmün, Avrupa İnsan hakları anlaşmasınca garanti edilen hakları göz önünde bulundurarak verildiğine kanaat getirilirse, AİHM’e yapılan başvurular incelemeye alınmayacak. İki koşul dışında: yerel hakimlerin “yorum hatası” veya dava dilekçesinde “ciddi bir mesele” söz konusu olduğu durumlarda...

Burada “yorum hatası” veya “ciddi mesele”nin nasıl tanımlandığı çok belirleyici olacak. Zira, özel durumlar dışında başvuruların büyük bir bölümü reddedilebilecek. Almanya, Avusturya ve Belçika AİHM’in yetkilerini korumaya niyetli olsa da, Cameron bu girişiminde yalnız değil. Gözaltı prosedürü yüzünden ceza yiyen Fransa’da Sarkozy ve iktidar, Londra’yı desteklemeye niyetli. Avrupa ülkelerindeki tartışmada, halkların haklarını Strasbourg’daki hakimlerin mi, yoksa bu halkı temsil eden milletvekillerinin mi daha iyi koruyacağı sorunsalı ortaya çıkartılıyor. Oysa Fransa örneğinde, AİHM avukatlarından Patrice Spinosi  “AİHM vahim hapishane şartlarını cezalandırmasaydı, milleti temsil edenler gözlerini yummaya devam edecekti” diyor.

AİHM’de ceza rekortmeni Türkiye’de ise bu tartışmaya bile hacet yok. Milletvekillerimizin vatandaşların haklarını koruyup savunmaları zaten pek söz konusu olmuyor. Durum bu iken, bazılarının bu haberden keyifleneceğini bilsem de, ülkemizde insan hakları ve ifade özgürlüğü için mücadele edenleri ikaz etmek zorunda olduğumu düşünerek bu ciddi uyarı yazısını yazmaya karar verdim. Ülkemizde yargı sisteminin mağdur ettiği birçok vatandaşımızın son umudu olan AİHM kapısının Brigthon konferansında kapanmamasını içtenlikle diliyorum.