Her insan, içinde yaşadığı tarihsel dönemin özeti. Her olay, içinde geçtiği zamanın bütün değişkenlerini içinde barındırıyor.

Eyüp sahilinde zabıtalarca darp edilen tatlıcı ve Fethullahçı avında “mağdur” edilen AKP’li “memur” örnekleri bize ne anlatıyor? Dahası özgürlükçü bir siyaset için tutulması gerekli yolları gösterebilirler mi? Şu meşhur yüzde 50’den söz ediyorum. 15 Temmuz’dan sonra yüzde yetmişi bulduğu iddia edilen kitleden.

Tatlıcı sakalı, takkesi, şalvarı ile toplumsal kimliğini gözümüzün içine soktuğundan, giyimi üzerinden bir çözümleme yapma hakkını da bize tanıyor. Zaten darp sonrası onu ta Kolombiyalardan arayan Kadir Topbaş’la yaptığı konuşma, göründüğü kadarıyla evi, daha sonra televizyon kanalında ifade ettiği düşünceleriyle de yargımızı kendisinin de isabetli bulacağını düşündürüyor.

Tatlıcı ruhsatı, izni, vergi kaydı şusu busu olmadan, denetlenmediğinden sağlığa etkisi şüpheli gıda maddelerini açık alanda satıyor. En azından başlangıçta “kibarca” (belki de güçlerinden emin olmanın kibarlığı) kaçak tezgâhına yasa gereği el koymak ve hakkında işlem yapmak isteyen kamu görevlilerine bıçak çekiyor, sinkaflı küfür ediyor, bastonla saldırıyor.

Otoritelerinin sallanmaması, adam yerine konmamaları zabıtaların kanına dokunuyor olmalı ki çileden çıkıyorlar. Gerisi görüntülerde sesi duyulan bir “seyircinin” tanımladığı gibi; gücü yeten yetene. Zabıtalardan biri diğerine “tezgâhı denize iteyim mi, mına... koyim” diye istek beyanından bulunuyor, diğeri aynı küfürle “it …” diye destekliyor.

Sosyal medyada infial yaratıyor olay. “Hükümeti zor durumda bırakmayı amaçlayan birileri” (kesin FETÖ’cülerdir), tatlıcının 15 Temmuz gazisi olduğunu sallıyorlar. Tatlıcı, hem börekçi hem tatlıcı belediye başkanıyla işi tatlıya bağlayıp helalleştikten sonra Suriye gazisi olduğunu söylüyor. Başkan tatlıcıya, onu dövenlerin kulaklarını çekeceği, tezgâhını ise belediyenin yenileyeceği sözünü veriyor. Bundan sonra Eyüp sahillerinin kralı olacağı kesin olan tatlıcı belediyenin ona yaptırdığı ve dokunulmazlıkla donatacağı kaçak tezgâhında artık ne isterse satabileceğinden emin olmanın huzuruyla “yav ben de hatalıydım” diye yüce gönüllülük gösteriyor…

Hani Osmanlı kendisine isyan edene beylik ya da arazi verip, oranın ali kıran baş keseni yaparak yürütmüş ya düzenini, o hesap.

Tatlıcı, tatlıcı başkan, zabıtalar ve seyircileri AKP’ye oy vermekten vazgeçirecek bir siyasetin mümkün olmadığı ortada, değil mi…

Bir de öyle ya da böyle eğitimli orta sınıf var. Öğretmen, hâkim, savcı, polis, öğretim üyesi, esnaf, işletmeci vs. Fethullahçı olmamış ama onlarla da çatışmamış. Kendisini muhafazakâr ve dindar olarak tanımlıyor, ama örneğin başörtüsü takmıyor. Belki ailesi sosyal demokrat, CHP’li ya da MHP’liydi, belki de Demirelci, Özalcı falan. AKP’nin demokrat hani neredeyse Batı’nın muhafazakâr ya da Hıristiyan demokrat partileri gibi bir parti olduğuna inanan... Ülkenin kalkındığını, yolların, inşaatların, köprülerin yapıldığını, Kemalist elitlerin çöreklendiği devlet kadrolarının halka açıldığını sanan ve buna en büyük kanıt olarak da kendilerinin yükselişlerini gösteren kitle... Olasılıkla şu rezidanslardan krediyle ev almış, çocuklarının geleceği için yatırım imkânlarını araştıran kitle: AKP orta sınıfı!

Bu kitle Gezi’nin “ilk üç gününü” desteklemiş bile olabilir. 17-25 Aralık’ta ortalığa saçılan yolsuzluk karşısında ise “kim çalmıyor ki, çalıyor ama çalışıyor” diye yine oyunu AKP’ye vermeye devam etmiş olması muhtemel olanlar. Bu orta sınıfın yolsuzlukların kendilerine olan etkisini, kendi paralarının çalındığını idrak etmeleri beklenemezdi.

15 Temmuz’dan sonra başlayan “FETÖ’cü avında” piyango bu insanların çoğuna da çarptı. Fethullahçılarla organik bir bağları olmasa bile bir anda gözaltına alındılar, tutuklandılar, ihraç edildiler, işsiz kaldılar. 3 aydır dertlerini anlatacak kimseyi bulamıyor, temize çıkmak için çırpındıkça batıyorlar.

Olasılıkla çok az bir kısmının itibarı iade edilecek. Bu bir zihniyet meselesi. AKP, adı üzerinde şüphe oluşmuş birine güvenmek için risk alamaz. Ne de böyle bir ahlaka, vicdana sahip. Boşalan kadrolara aç kurtlar gibi saldırıp dolduranlar da mağdurların geri dönmelerini istemez.

İşte bu insanların yaşadığı derin hayal kırıklığı onları nereye savuracak?

AKP’yi sorgulamaları aynı zamanda 14 yıldır inandıkları kendi kimlik, hayat tarzı ve siyasi görüşlerini de sorgulamaları demek. AKP’den kopmaları bir anlamda kendi kendilerinden de vazgeçmelerini gerektiriyor.

Eğer Türkiye’de demokratik bir iktidar değişimi olacaksa, bu değişim ancak kendi kimliğini AKP ile eşleştirmiş olan bu orta sınıfın AKP’den vazgeçmesiyle mümkün.

Sadece mağdurların yanındayız söyleminin bu değişimi sağlayabilmesi ham hayalden öte değil.