AK Parti, iktidarını, çıraklık, kalfalık ve ustalık gibi dönemlere ayırsa da, belli kurum, kavram ve değerlere sürekli olarak olumsuz bir yaklaşım sergiledi.

Neydi bunlar? Koalisyon hükümetleri, parlamenter rejim, laiklik (ve Atatürk), demokrasinin çoğulcu boyutu, anayasal denge ve denetim düzenekleri, insan hakları, Cumhuriyet kazanımları ve dış politikası.

Ya sahiplendikleri? Tek parti hükümeti ve istikrar, başkanlık rejimi, partili cumhurbaşkanlığı, dinsel eğitim, başı secdeye değen insan, yerli ve milli anayasa, milliyetçi ve maneviyatçı gençlik, kuvvetler uyumu, Cumhuriyet parantezi.

Tek parti-Koalisyon
Sürekli slogan şu oldu: “İstikrar için tek parti; koalisyon hükümetine mahkûm olmamak için AK Parti.” Bunu, hükümet ve siyasal istikrar kavramlarını çarpıtarak yaptı çoğu zaman. Ne var ki, “tam istikrar” sloganı eşliğinde gelinen 15 Temmuz gecesi, iç savaş eşiği oldu. İstikrar ve iktidar sarhoşluğu, yaygın iç ve dış tehdit ve tehlikeleri fark etmeyi engelledi.

15 Temmuz sonrası, ülke aslında “fiili koalisyon” yoluyla yönetiliyor. Hep, “söz hakkınız sayınız kadar” diyen parti, milletvekili sayısı olarak CHP ve MHP’yi ikiye katladığı halde, dışarıdan destek alan azınlık hükümeti konumuna düştü.

Kısacası, AK Parti, koalisyon hükümeti konusundaki “istikrarlı görüşü”nü bizzat çürütmüş oldu. (Eğer koalisyon hükümetleri ile yönetilseydi, -Anayasa’ya asgari saygı sonucu- böyle bir çözülme olmazdı.)

Kişi için başkanlık-Partili cumhurbaşkanlığı
“Başbakancı parlamenter rejim” uygulamasından sonra, “fiili durum” sloganı eşliğinde uygulama, başkanlık ve partili cumhurbaşkanlığı şeklinde oldu. “Fiili durum”, aslında “anayasasızlaştırılmış bir durum” idi. Türkiye ve demokrasi için “yeni” sıfatları, bölgede ve dünyada kurucu rol sloganları, anayasasızlaştırmanın meşruluk zemini olarak kullanıldı…

O ölçüde TBMM dışlandı; parlamenter rejimi itibarsızlaştırmak için, adeta devlet, yandaş medya ve kendilerine sivil toplum adını veren örgütler seferber edildi.

Aslında bunlar, hukuk dışılığın devlet ve toplumun bütün hücrelerine girişine uygun bir zemin yarattı; devletin ana kurumlarını çürüttü. Haliyle, “başkanlık-partili cumhurbaşkanlığı” iddiası da çöktü. Çözümün, çoğunlukçu ve çoğulcu eksende “müzakereci demokrasi” anlayışıyla parlamenter rejimde olduğu kanıtlandı.

Anayasal denge ve denetim düzenekleri
Bağımsız, uzman ve özerk, bilimsel ne kadar kuruluş var ise, hepsini parti-hükümet ve tek kişi gözetim ve güdümü altına sokmak için sadece hukuk kuralları ve kazanımlar değil, gelenekler de çiğnendi. TRT, TÜBİTAK, insan hakları kuruluşları, HSYK, TİB, neden tasfiye edildi ve iktidarın güdümüne sokuldu? Uzman ve ehil olsalar da, onlar yerine “bizden yana olanlar gelsin!” niyetiyle. Oysa, çağdaş yönetimde, uzman ve özerk birimler, bağımsız otoriteler adı altında 4. Erk olarak da anılır.
Kısacası, denge ve denetim birimleri yerine, “hiyerarşik ilişki” tezi tümden çöktü.

Buna ordu da dahil: TSK, kendi içinde katı ve tekil bir hiyerarşik yapıda olmalı; Cumhuriyet’in temel organları ise, yasama, yürütme ve yargı olarak üçe bölünmüş durumda. Bu nedenle, komutanlık kademesini parçalayarak TSK’yı sivil iradeye bağlama ve Cumhuriyet’in temel organlarını birleştirme girişimi, hukuk devleti ve ulusal savunma gereklerine tamamen aykırı.

Laiklik ve Anayasa
Anayasa, dünyevi metin; laiklik de dünyevilik güvencesi. Ne var ki, her ikisinin üstüne çıkarılan mezhepçi bakış ve eğitimin bütün resmi ve sivil kurumlara sızması, “sivil cemaatin” de resmi kuruluşlara palazlanması yetmedi. Anayasal kuruluş olan TRT, başı secdeye değmeyenlere “hayvan” denmesi için kullanıldı; dünyevi metnin biricik muhatabı olan TBMM’nin başı ise, “dinsel anayasa” talep etti.

Cemaat’in anayasal düzeni yıkma girişimi, laiklik ve Anayasa’dan uzaklaşmanın bedelinin ne denli ağır olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Dış politika
“Oyun kuruculuk” safsatalarının, koca Türkiye Cumhuriyeti’ni neredeyse, “oyuncak devlet” haline getirdiğini görmek için dış politika uzmanı olmaya gerek var mı?

Cumhuriyet parantezi
“Demokrasi ve insan hakları” ekseninde pekiştirmek yerine, Cumhuriyet ve kazanımlarını ayraç içine almaya çalışanlar, ülke uçurumun eşiğinden dönerken, Atatürk’ü ve 1920’leri hatırlama gereği duydular…

Özetle; değinilen ve başkaları olmak üzere, AK Parti’nin 15 yıllık iddiaları, 15 Temmuz gecesi çürütüldü. Ne var ki, ders çıkarma yerine, musibeti, çürük iddialarını canlandırmak için fırsata çevirmeye çalışıyorlar; sanki 15 Temmuz Darbe Girişimi başarılı olmuş ve Anayasal düzen ortadan kalkmış edasıyla…