İktidar, üniversiteleri hedef alma ısrarını sürdürürken buna karşı direniş de devam ediyor. Boğaziçi’ndeki direnişin evrensel boyutlara ulaştığını vurgulayan Prof. Dr. Canbeyli, “Direniş ülkemizin geleceği için yaşamsal” diyor.

Akademi boyun eğmeyecek

Yaren ÇOLAK

AKP, üniversiteleri baskı altına alırken öğrenci ve akademisyenler ise ilk hedef konumunda. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla 2 Ocak’ta Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör olarak atanan Melih Bulu, direnişin 6’ncı ayında görevden alındı. Bulu,15 Temmuz’da yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile görevden alınsa da Boğaziçi Üniversitesine yönelik müdahaleler son bulmadı.

Bulu’nun yerine vekâleten yardımcısı Prof. Dr. Naci İnci getirildi. Boğaziçililerin rektörün seçim yoluyla göreve getirilmesine yönelik talebi sürüyor, bu nedenle direniş de devam ediyor. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Boğaziçili Akademisyen Prof. Dr. Reşit Canbeyli ile Boğaziçi üniversitesi başta olmak üzere iktidarın akademiye yönelik müdahalelerini konuştuk. “Özerk-demokratik üniversite temel ilkemiz olmaya devam edecektir” diyen Canbeyli, direnişin yaşamsal olduğuna dikkat çekiyor.

Boğaziçi’nde yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üniversite bağlamında özerklik ve demokratiklik birbirini tamamlasa ve gerektirse de bu iki kavramı bir ölçüde ayrı ele almakta yarar var. Üniversite için özerklik dış etken ve baskılardan korunmak ve kendi dinamikleri içinde yönetişimi ön plana çıkarmak anlamına gelir. Demokratiklik ise, akademinin bugün içinde olduğu buyurgan, baskılayıcı hiyerarşik yapının aksine kendi içinde liyakat ve fikir özgürlüğüne dayalı bir ortamın varlığı ve yaşatılması anlamına gelir. Demokratiklik kavramı bazılarına göre özerklik varken arka plana itilebilir gibi görünse de bu doğru değildir. Dünyada görece özerk olup yeterince demokratik olmayan çok sayıda üniversite vardır ve bu örneklere öykünüp akademinin ülkemizde özgürlükçü demokratik talepleri abartılı bulmak yanlıştır. Üniversitenin gerçek anlamıyla yaşaması ve - hiç taviz vermeden söyleyeyim - toplumun yaşamına en üst düzeyde katkı sağlaması için özerk ve demokratik ortamın özgürlükçülüğü yaşamsaldır.

Ben iktidar ya da Melih Bulu’ya değil, sadece Boğaziçi Üniversitesi’ne olan saygımdan ve üniversiteme böyle bir sıfatı bir anlık da olsa yakıştıramadığımdan atanan kişiye kayyum demeyeceğim. Ama şu gerçek ki bu rektör sadece Boğaziçi Üniversitesi’nin teamüllerine değil, genelde özerk üniversite kavramına da aykırı olarak tepeden yapılan bir atama ve zorlamadır. Boğaziçi Üniversitesi gibi sadece kendi rektörünü değil, dekanlarını, enstitütü müdürlerini ve bölüm başkanlarını ilgili birimlerdeki öğretim kadrosunun katılımı, tartışma ve değerlendirmeleriyle seçme gelenek ve olgunluğuna sahip bir kuruma dışarıdan birisini atamak ancak sistemi çökertmeye yönelik bir girişimdir. Nitekim atanan rektör, yardımcılarını, enstitütü müdürlerini ve bir dekanı hiç danışma gereği duymadan atayarak üniversitenin alışık olmadığı, asla kabul etmeyeceği ve boyun eğmeyeceği hiyerarşik bir yapıyı sisteme monte etmeye çalışmaktadır. Bu kendi dinamiğine bırakılırsa bir son değil, çok vahim bir başlangıçtır.

akademi-boyun-egmeyecek-901402-1.
Prof. Dr. Reşit Canbeyli

Direniş yalnızca kayyum rektör Melih Bulu görevden alındı ancak direniş devam ediyor. Bundan sonrasını nasıl yorumlarsınız?

Son noktadan başlayarak yanıtlayayım. Direniş, bir kişinin şahsıyla ve hatta sadece atanmış olmasıyla ilgili değil, Boğaziçi Üniversitesi’ne doğrudan, diğer bütün üniversitelere de dolaylı uygulanan anti-demokratik stratejiye karşıdır. Kamuoyu elbette ülkemizde her gün değişen gündem içinde üniversiteler üzerinde kurulan baskının boyutlarını ve ne kadar iyi hesaplandığını görmüyor olabilir. Ama akademisyenler ve özellikle de Boğaziçi Üniversitesi’nin öğretim kadrosu, öğrencileri, çalışanları ve mezunları karşımızda üniversiteyi tek bir elden ve tek bir görüş etrafında düzenlemeye çalışan derin bir stratejinin varlığının farkında. Nitekim rektör atanmasından kısa bir süre sonra, üniversitenin eski ve akademik açıdan sağlam duruş ve geleneğini mümkün olduğunca hızlı ve temelli bir biçimde bozabilmek için hiç gündemde olmadığı halde hukuk ve iletişim fakülteleri üniversiteye yamandı.

YAŞAMSAL ÖNEME SAHİP

Boğaziçi direnişinin akademik mücadele açısından önemi nedir?

Bu direnişi üç düzey ve planda değerlendirmekte yarar var. Birinci ve doğrudan Boğaziçi ve bugünle ilgili çerçevede iktidar kendi görüş ve planlarına aykırı bir kurum olan Boğaziçi’ni ele geçirmeye çalışıyor. Ve üniversite buna çok sistematik bir şekilde direniyor.

İkinci çerçeve, zaman ve kapsam açısından daha geniş. İktidar adalet sisteminden ekonomiye kadar ülke yönetiminde söz sahibi olan kurumlardan sonra, üniversiteleri de ele geçirmeyi hedefliyor. Dışarıdan bu yeterince bilinmez ama AKP, 2004 ve 2012’de en az iki kez çok kapsamlı yasalarla üniversitelere YÖK’ünkünden de dar bir elbise giydirmeye çalıştı ama konjonktür buna izin vermedi. 15 Temmuz 2016’da yaşananlar iktidara üniversiteleri tümüyle denetim altına almak için bulunmaz bir fırsat sundu. Bu dönemde 15 ünivesite kapatılırken, artık üniversite yönetimlerini merkezden atanan rektörlerle ele geçirme olanağı ortaya çıktı. Ayrıca Kanun Hükmünde Kararname’lerle (KHK) üniversitelerde iktidara aykırı görüşteki çok sayıda akademisyenin işine son verildi, özlük hakları ellerinden alındı. İşte burada Boğaziçi, ülkede bu gidişata özerk ve demokratik yapısıyla aykırı düştüğü için hedef olarak seçildi. Burada Boğaziçi’nin özgür ve özerk akademik geleneğinin ne kadar köklü olduğu, iktidarın 4 yıla yayılan ikili planından anlaşılabilir. 2016’da üniversitenin kahir bir oyçokluğuyla rektör adayı olarak seçip, geçmiş seçimlerde olduğu gibi rektörlüğe atanacağını beklediği Prof. Dr. Gülay Barbarasoğlu’nun yerine iktidar beklenmedik bir şekilde Prof. Dr. Mehmed Özkan’ı atadı. Özkan Boğaziçi’nde YÖK’ün askeri dönemde dışarıdan (İTÜ’den) üniversitenin başına getirdiği Prof. Dr. Ergün Toğrol’dan sonra seçilmeden atanan ikinci rektör oldu. Ancak kendisi üniversitede saygın ve tanınan bir öğretim üyesi olduğundan iktidarın bu stratejik planının boyutları ancak Ocak 2021’de Melih Bulu’nun atanmasıyla anlaşıldı. İktidar böylelikle Boğaziçi’nde tam kontrolü ele alabileceğini düşünürken, onların beklemediği ama Boğaziçi kültür ve geleneğine çok uygun bir süreç başladı. Üniversite’de bu antidemokratik darbeye karşı öğrenci, öğretim kadrosu ve mezunlarıyla uzun soluklu bir direniş başladı.

Üçüncü çerçeve ise geniş bir tarihsel ve coğrafik tablodan oluşmakta. Tarih boyunca üniversitelerle iktidarlar arasında ciddi sürtüşmeler olmuş, üniversiteler bir süreliğine de olsa kısmen ya da tamamıyla iktidarların hükmü altına girmiştir. Özellikle İtalya’da Mussolini’nin, Almanya’da Hitler’in iktidarında üniversitelerin ağır baskı altına girip akademik özerkliklerini kaybettikleri dönemler olmuştu. İşte Boğaziçi’ndeki direnişi bu geniş çerçevede ele almak gerekir. Bu topraklarda da yasası 1846’ya kadar geri gitse de üç başarısız girişimden sonra ancak 1900’de kurulan ilk üniversitemiz ve daha sonra kurulan üniversitelerimizin geçmişinde zaman zaman azalsa bile çok ciddi baskılar olduğu bir gerçek. Cumhuriyet tarihimizde iktidarlar üniversiteyi çeşitli yol ve yöntemlerle denetim altına almışlardır. Bugünkü iktidarın akademiye uyguladığı baskı ise tarihimizde 12 Eylül’den sonra ve YÖK ile yaşananları bile geride bırakmıştır. Bu baskılara üniversiteler bir ölçüde karşı çıkmışlarsa da, bu cılız çabalar kalıcı olmamış, gerçek bir akademik direniş boyut ve özelliğini kazanmamıştır. İşte hem kendi üniversite geçmişimize hem de modern üniversitenin dünyada karşılaştığı sorunlara baktığımızda Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişin artık yerel ve geçici değil, evrensel ve kalıcı boyutları olduğunu ve üniversite tarihine geçtiğini vurgulamak gerekir. Sadece bizim üniversite tarihimizde değil, dünya üniversiteler tarihinde temel akademik hak ve özgürlükleri savunan böyle kapsamlı ve derin bir direniş mevcut değildir. Bu bakımdan Boğaziçi Üniversitesi’nin bugünkü dirayetli ve ilkeli direnişini kamuoyunun, özellikle de üniversiteyle yakın ilgisi olan öğrenciler, aileler ve düşünürlerin dikkatle izleyip ısrarla desteklemelerinin sadece üniversitelerimizin değil, ülkemizin geleceği için de yaşamsal olduğunu düşünüyorum.

DIŞARIDAN ATANMAMALI

Pek çok üniversitede kayyum atamalar söz konusu. Peki, rektör atamaları nasıl olmalı?

Bugün dünyada neredeyse iki yüze yakın ülkede toplam yirmi bir binden fazla üniversite var. Geçmişleri, gelenekleri ve özellikleri farklı bütün üniversitelere bir yöntem önermek doğru olmaz. Ama atama nasıl olmamalı konusunda daha net, deneyimlerden de kaynaklanan bir değerlendirme yapmak olanaklı. Kısaca, üniversiteye rektör ve diğer yöneticiler dışarıdan atanmamalı. Boğaziçi’nin özgün koşullarına gelince bizde rektörü kendi aramızdan seçmek ve seçilmiş rektörün atanmasını beklemek üniversitenin temel akademik, demokratik ilkelerinden biridir ve bugünkü koşulların üstesinden geldiğimiz anda gene temel ilkemiz olmaya devam edecektir.