“Ahtapottan Öğrendiklerim” en son BAFTA Film Ödülleri’nden En İyi Belgesel Ödülü’nü aldı. Pazartesi gerçekleştirilecek olan Oscar Ödülleri’nde ise belgesel kategorisinde bana kalırsa rakipsiz aday.

Akademi’nin rakipsiz adayı

İki türün birbirine bağlanan gerçek hikâyesini anlatan “Ahtapottan Öğrendiklerim” (My Octopus Teacher) isimli Netflix belgeseli duygusal kurmaca filmden daha dokunaklı, kurmaca gerilimden ise daha heyecan vericiydi. “Bunu bir belgesel nasıl başarabildi?” sorusunun cevabını ise hikâye anlatı becerisine bağlıyorum. Ve bunun belgesel türünü belli ölçüde yeniden tanımladığını düşünüyorum. Belgeselin sıradan bir ahtapot ile bizlere öğrettiği şey ise denizlerin altındaki yaşamlar karşısında insanın tevazu hissetmesi gerektiği. İnsan türü olarak, gezegenimizdeki doğayı ve canlıları kurtarmanın yolu, bilgi ile tevazuyu beraber harmanlamaktan geçmekte. Aksi takdirde türümüzü diğer türlerden üstün görmeye devam ettiğimiz sürece onlarla birlikte biz de yok olacağız. Formül çok basit, büyük filozof Mevlana’nın dediği gibi, “Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. Sevgi ve hoşgörüde deniz gibi ol.”

BİR AHTAPOTUN ÖĞRETİLERİ

Anlatıcımız Craig Foster, hayatını en tehlikeli hayvanları filme çekerek geçirmiş olan biri. Güney Afrika'da Cape Town yakınlarındaki False Bay açıklarında soğuk sularda, yosun ormanının büyülü su altı dünyasına dalış kıyafeti ve oksijen tüpü kullanmadan dalış yapmaya başlıyor. Ve günün birinde Craig Foster’ın dikkatini sıradan bir ahtapot çekiyor. Onu takip ederek incelemeye başlayan Foster bu ahtapot ile 324 gün geçiriyor. Onu incelediğini düşünerek geçirdiği dalışlar sırasında aslında akıllı bir canlıyı ve gizemli devasa bir gezegeni keşfettiğini fark ediyor. Belgeselin seyircinin yüreğini dağlayan, yerinden kıpırdatan dokunaklı sahnesinden sonra ise aslında bu sıradan ahtapotun kendisine daha önce hiçbir insanın tanık olmadığı şeyler gösteren bir öğretmen olduğunu anlıyor. Ahtapot onun gurusu oluyor artık.

HİKÂYE ANLATICILIĞI GAYET BAŞARILI

Belgeselin hikâye anlatıcılığına bir kez daha vurgu yapmak istiyorum. Craig Foster’ın hayata karşı bıkkınlığı ve depresyonu ile başlayan film sürecinin asıl hikâyesini sonuca doğru ilerledikçe oluşturduğu izlenimine kapıldım. Özellikle ahtapotların yaşam süresinin çok kısa olması ve erkeklerinin çiftleşmeden sonra birkaç ay, dişilerin ise yumurtalar çatladıktan kısa bir süre sonra öldüklerini hesaba katarsak. Foster’ın anlattığı ve deneyimlediği şeyin sahte olduğunu söylemiyorum kesinlikle. Ama yaşadığı deneyimi, elindeki binlerce saatlik görüntüyle birleştirerek bir hikâye anlatımı oluşturduğunu düşünüyorum. Yani eldeki görüntüler ile Foster'ın anlattığı hikâyeyle eşleştirerek çok iyi bir iş çıkarılmış. Hele ki ahtapotun Foster'a nasıl güvendiğini gösteren o birkaç sahne ve o sahnelerin hissettirip düşündürdükleri asla unutulmayacak türden.

Zorlu çekimleri sekiz yılda tamamlanan belgeselin son birkaç yılında Craig’e bir ekip yardım etmiş. Seneler boyunca çekilmiş olan 3 bin saatlik görüntü kaydını tarayıp inceleyen ekibe, hayvan davranış uzmanları, biyologlar ve ahtapot psikoloğu olarak tanınan Profesör Jennifer Mather de eşlik etmiş. On dört adaylığı bulunan belgesel en son BAFTA Film Ödülleri’nden En İyi Belgesel Ödülü’nü aldı. Pazartesi gerçekleştirilecek olan Oscar Ödülleri’nde ise Belgesel kategorisinde bana kalırsa rakipsiz aday. Bunu sadece içeriğinden çok etkilendiğim bir duygusallıkla söylemiyorum. Hikâye anlatımı konusundaki başarısı dolayısıyla da söylüyorum.

AHTAPOT SALATASI SEVENLERE

Yakalanan bir ahtapotu alın daha canlıyken en az 40 kere taşa vurun. Ardından ahtapotu bütün halde tenceredeki suya atın ve kısık ateşte 1 buçuk saat pişirin. Afiyet olsun. Evet pek çok insanın ahtapot güzellemesinin serüveni bu şekilde. Ama artık ahtapotun bir tarifi daha var. Ve bu tarif sadece ruha iyi gelen cinsten. Ahtapottan Öğrendiklerim belgeseli işte bu tarif için müthiş bir kaynak. Bu belgeseli izledikten sonra ahtapot salatası severlerin farklı bağlantı kuracağını umuyorum. Bizim hayvanlardan öğreneceklerimiz, onların bizden öğreneceklerinden daha çok. Hangi canlıyla zaman geçirirsek geçirelim, onun karakteri, aklı ve duyguları olduğunu fark ediyoruz. Dünya sadece insanlar için değil, tüm canlılar için. Bu sıra dışı ilişki hikâyesi ile belgeselcinin bizlere iletmeye çalıştığı ana mesaj çok açık, dünyadaki canlılarla pek çok ortak nokta paylaşmaktayız ve birlikte yaşamanın yolunu bulmalıyız.