Milyonlar destekliyor olsa da hiçbir faşist yönetim, hiçbir diktatör, darbeci general, ona hizmet eden yöneticiler, onlara biat edenler, itaat edenler, arkasında duranlar, yanında kalanlar, hiçbiri iyi hatırlanmaz

Akademisyenin makbulü

BİLGE SELÇUK / @byagmurlu / Koç Üniversitesi

Bir film izledim ve hayatım değişmedi. Ama size söz etmek isterim çünkü değişen hayatların, ölen insanların, yıkılan şehirlerin geçtiği bir dönemi, 1. Dünya Savaşı günlerini anlatıyor. Üstelik savaşın kenarında bucağında akademisyenler de var, bugünküne hem benzer, hem farklı... Peki nasıl?

Filmin ismi Einstein ve Eddington. Einstein ve kim?!.. diyebilirsiniz. Açıkçası ben bilmiyordum Eddington’ı. Amerikan İngiliz ortak yapımı olan filmin çekilme sebebi de muhtemelen bu, “Siz Eddington’ı tanımıyor olabilirsiniz ama Einstein’ı Einstein yapan Eddington’dır” denmek isteniyor gibi. (Buna temkinle yaklaşın ve devam edin.)

Film, bilimde devrim yaratan Alman teorik fizikçi Einstein’ın Genel Görelilik Kuramını gözlemsel destekle ispat eden İngiliz astrofizikçi Eddington’ın hikayesini anlatıyor. Hafif belgeselimsi. Eddington ve Einstein’ın insani taraflarını, hayatlarını etkileyen kararlarını, duygularını gösteren hoş sahneler var. Bir tarafta milliyeti ve dini zerre kadar önemsemeyen Yahudi Einstein, diğer tarafta Quaker tarikatına bağlı, bayağı dindar bir İngiliz Eddington... Eddington dini inanışı gereği de ayrımcılıkla savaşıyor, zulmedilen azınlıkları koruyor. Ve diğer insani her arzusunu bastırmaya uğraşırken dine ve çok çalışmaya sarılıyor. Einstein ise tutkusunun peşinden gidenlerden, buna bilim kadar aşk da dahil.

Film bize iki tür akademisyen gösteriyor. Biri “savaş için akademisyenler”, ki buna az sonra geleceğim. Bir de savaşa rağmen bilim yapma gayretini bırakmayanlar, tek başlarına da olsa doğru bildikleri yoldan sapmayanlar var. Einstein ve Eddington bu ikinci türden. İletişimin iki düşman ülke arasında neredeyse imkansız olduğu zorlu savaş günlerinde, akıllarından çıkmayan o fizik konularını çözmek için risk alarak mektuplaşıyorlar. Bilim tutkuları, ırk ve din farklılığı, düşmanlık, savaş tanımıyor. Einstein’ın sanayinin işine yarayacak konulara soğuk bakması, kimyasal silahlara karşı çıkması ve elbette savaş lehine bildiriyi imzalamaması, çalıştığı Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde sıkıntılı zamanlar geçirmesine sebep oluyor. Filmde anlatılanlar bunlar.

Savaş sırasında zor günler geçirmiş olması elbette muhtemeldir Einstein’ın. Ama filmde anlatıldığı gibi akademiden dışlanmadığını da teslim etmek gerekir. Keza, 1914-1932 yıllarında Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde fizik direktörü olarak çalışmış, Prusya Bilim Akademisi üyesi olmuş ve 1916-1918 arasında, yani savaşın en alevli zamanlarında, Alman Fizik Derneği’nin başkanlığını yapmıştır.

Einstein’la ilgili filmde anlatılanların yanı sıra anlatılmayanlar da ilginçtir. 1939’da Macar göçmeni fizikçiler Almanya’nın atom bombası yapma niyetini anlatmak için ABD başkanı Roosevelt’e ulaşamadıklarında, Einstein’dan yardım isterler. Einstein ve Szilard, Roosevelt’e bir mektup yollar; mektup Almanların niyetini anlatmakta ve fakat ABD’nin kendi nükleer silah programını başlatması önerisi ile bitmektedir. Bunun şart olduğuna inanan Einstein mektupla da yetinmez, Belçika kraliyet ailesini araya koyarak Roosevelt ile oval ofiste görüşür, başkanı Manhattan projesine ikna etmeye çalışır.

2. Dünya Savaşı’nda atom bombasını geliştirebilen tek ülke ABD olacaktır. Ama bu bomba Hitler’e değil Japonya’ya, sivil halka karşı kullanılır. Dünya tarihindeki en büyük trajedilerdendir. Einstein ölümünden önce yakın arkadaşı Pauling’e şunları söyler: “Hayatımda tek büyük hata yaptım, Başkan Roosevelt’e atom bombasının yapımını tavsiye eden mektubu imzaladım, ama Almanların yapması ihtimali gibi bir sebebim vardı.”

Amaç Einstein üzerinden Eddington’ı kahramanlaştırarak tanıtmak olduğundan filmde bunları görmeyiz. Gördüklerimiz arasında ise hakkı tam verilmeyen iki bilim insanı vardır: Max Planck ve Fritz Haber. Planck’ı bugün anlatmayayım, meraklısı bulup okuyacaktır. Biz şimdi dönüp Haber’e bir bakalım.

Fritz Haber, varlıklı bir Yahudi ailesinden gelir ama ilk gençlik yıllarından itibaren kendini Yahudiden çok Alman olarak görür, din değiştirerek Hıristiyan olur. Amonyak sentezi konusundaki buluşları sayesinde “kimyasal silahların babası” olarak tanınan önemli bir bilim insanıdır. 1. Dünya Savaşı başlar başlamaz ordunun kimyasal silah bölümünün başına getirilir, çok sayıda insanın toplu ölümüne yol açacak klorin gazının sentezlenmesinde rol alır. Kendini vatansever bir Alman olarak tanımlayan ve savaşa yaptığı bu katkılarından gurur duyan Fritz Haber kimyasal silahlar konusundaki suçlamalara “Ölüm ölümdür. Hangi yolla olduğunun önemi yok” cevabını vermiştir. “Bilim adamı barış zamanında dünyaya, savaş zamanında ülkesine aittir” özlü sözü de kendisine aittir.

Ancak kaderin cilvesine bakın ki böyle gönülden bağlı olduğu Almanya, Haber’e sevgilerinin karşılıklı olmadığını söyler. 1933 yılında, bir gün ansızın çıkardıkları yasa ile Naziler bütün Yahudileri devlet hizmetinden uzaklaştırır. Kaiser Wilhelm Enstitüsü’ndeki Yahudi bilim adamları öncelikli olarak hedef alınır. İçlerinde kendini Alman olarak gören Fritz Haber de vardır. Ne dinini değiştirmiş olması, ne de savaşta gösterdiği yararlılıklar onu bu talihsiz sondan kurtaramaz. Çünkü bağlılık yemini ettiği baskıcı iktidar artık hakkıyla faşisttir.

Frizt Haber ailesiyle Almanya’yı terk ederek onbinlerce vatandaşının öldürülmesine katkı yaptığı İngiltere’ye sığınır, ona yeni ülkesinde Yahudiler sahip çıkar. Kısa bir süre Cambridge’te çalışır. Sonradan kurulacak İsrail’in ilk devlet başkanı olacak Weizmann, Haber’i Filistin’de kurdukları araştırma enstitüsüne çağırır. Ancak Haber’in ömrü tekrar vatan değiştirmeye vefa etmez, Filistin’e gitmek üzere çıktığı yolda kalp krizi geçirerek ölür. Karısı ve çocukları ise 2. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere vatandaşı olurlar.

İşte böyle acıklıdır Fritz Haber’in hikayesi. Tüm benliğini ve bilimsel çalışmalarından ürettiği bilgisini insanları topluca katledecek silahları oluşturmaya adamış ama bir şekilde vatanseverliği, ülkesine bağlılığı iyi anlaşılamamıştır. Tarih Haber’i bu şekilde hatırlar. Oysa Fritz Haber, 1918 Nobel Kimya Ödülü sahibidir. O, alanının en önde gideni, bilimin hasını yapan bir “savaş için akademisyen”dir, araştırmalarını insanlığın iyiliğine değil, insanlığa karşı kullanan... Bugün de işkence programlarının geliştirilmesinden ve hatta uygulanmasından sorumlu uzmanlar var, üstelik bunlar psikologlar.

Bir böyleleri vardır, ki onlar her zaman varlardı, bir de işini yaparken sırtlarını değil yüzlerini topluma dönen akademisyenler. Kontrollerinde olmayan savaşlarda çaresiz kalanları, göç edenleri, yaşlı, bebek kapı önünde, yollarda, evlerinde öldürülenleri görüp, bir ülkenin insanları birbirine düşürülürken bunu sessizce izlemeye vicdanı elvermeyen, barış yollarını zorlayanlar var. Ta üniversite yıllarından dostum Ekrem Düzen gibi. Ayrımcılığın, ötekileştirmenin, dışlamanın neden, nasıl ortaya çıktığını ve ne tür felaketlerle sonuçlandığını anlatan kitabı* daha geçtiğimiz aylarda yayınlanan, barış savunucusu, insancıl Ekrem Düzen; İzmir Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesiydi. İki hafta öncesine kadar.

İşte bir böyle akademisyenler vardır, bir de onların yöneticileri, Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nün yöneticileri gibi. Bir de geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz değerli Tosun Terzioğlu gibi yöneticiler vardır, sadece iyi bilim insanlığıyla, çalışkanlığıyla değil, etik değerleriyle iyi yönetici ve iyi insan olmasıyla da hatırlanan.

Filmler her şeyi göstermez; herkes kendi gözünden, işine geldiği gibi, kendi filmini çeker, onu izlettirir. Kitaplar her şeyi yazmaz. Ama neyin nasıl olduğu bilinir, bunu hikayeyi başka türlü anlatanlar da bilir, ve o bilinenler takıldığı yerde tekleyeduran yelkovan gibi bir gün zembereğinden boşanır... saat yine doğruyu göstermeye başlar.

Milyonlar destekliyor olsa da hiçbir faşist yönetim, hiçbir diktatör, darbeci general, ona hizmet eden yöneticiler, onlara biat edenler, itaat edenler, arkasında duranlar, yanında kalanlar, hiçbiri iyi hatırlanmaz. Hayat, geçmişte kalanların hakkını vererek, itibarını layığıyla teslim ederek ve ama bugün yine aynı insanlık suçlarına, aynı zayıflıklara, aynı hatalara sahne olarak sürer. Tarih bu şekilde yazılmaya devam eder.

İşte size görünen ve görünmeyenleriyle bir dönemin filmi. Bugünkü dönemin filmi de çekilmeye başlandı bile. Devlet destekli belgeselimsi yapımlarda görünmesek de hepimiz bir yerden çıkacağız. Bugün söylenemeyenler yarın veya öbür gün söylenecek, biri söyleyecek, saat doğruyu gösterecek. Yakın tarihimiz şimdi nasıl uzak görünüyorsa, bugünler de hızla geçecek, biliyorsunuz. Buna hazır mısınız? Bu tarihin neresinde, nasıl yer almak istediğinizi düşündünüz mü? Çocuklarınız, öğrencileriniz, meslektaşlarınız için nasıl akademisyenler istersiniz üniversitelerinizde? Nobel’in bilim ödülünü getirecek insanlıktan uzak Fritz Haber’ler mi, yoksa her türlü düşmanlığa ve adaletsizliğe karşı olan, haysiyetli Ekrem Düzen’ler mi?

*Herkes için Kolay ve Pratik Ayrımcılık Ötekileştirme Dışlama Rehberi, Ekrem Düzen, Pharmakon Kitap, 2015.

akademisyenin-makbulu-116884-1.