Aziz Nesin 1977 yılında Milliyet Sanat dergisinde “Nötron Bombası insanlığı kurtaracaktır!” başlıklı bir makale yazdı. O tarihlerde başını Sovyetler Birliği’nin çektiği “Dünya Barış Güçleri” yani komünist partiler, sendikalar, dernekler var güçleriyle haykırıyorlardı:

-Nötron Bombasına Hayır!

Aziz ağabey Nötron Bombasının özelliklerini “överek” anlatıyordu. Nötron binaların üstünden süzülecek, tüllerin arasından geçecek, avizeleri okşayacak, şamdanları yalayacak sadece insanları öldürecekti. Bina yapmak zor ve zahmetliydi. İnsan yapmak ise kolay ve zevkli bir işti.

Yazı bu minval üzerinden gelişip girişindeki cümleyle bitiyordu. Haliyle tepki patlaması oldu. Aziz Nesin, aleyhinde yazılan onlarca yazıya karşın hiç ses çıkarmadı. Bir hafta sonra konuştu:

-Bu yazıyı benden yüksek tirajlı bir Sovyet dergisi istemişti. Çok beğenildi. Hatta bugüne kadar Nötron Bombası aleyhinde yazılmış en güzel yazı dediler.

Tepkiler bitti. Herkes sakinleşti. Yazı tekrar okundu. Aziz Nesin aslında Nötron Bombasını çok ağır biçimde eleştiriyordu. Binaları koruyup insanları yok etmek nasıl bir “uygarlık” projesiydi?

***

1995-96 yıllarında Milliyet/Pazar gazetesinde Tunç Turunç mahlasıyla “Atı-Yorum” başlıklı köşe yazıyordum. Çok fazla mektup alıyordum. Sinir olanların yanında tiryakisi haline gelenler ezici çoğunluğa sahipti. Çok gülüyoruz diyorlardı. Tunç kendisini “yükselen değerciler” arasına yerleştirmiş, kendi üzerinden onları hırpalıyordu.

Basında sendikasızlığı ağır biçimde eleştiren yazının başlığı “Kahrolsun sendikal mücadeleniz” idi. Yine polis cinayetlerinin sıralanıp, kaç kişinin polis kurşunuyla öldürüldüğünü anlatan yazı “Lütfen polisi yıpratmayalım!” diye bitebiliyordu.

Cumhuriyet’in efsane çizeri Ali Ulvi, Tunç Turunç’un müptelası olmuştu. Hasan Pulur’a her buluştuklarında o çocuğu anlatıyordu. Pulur bir gün “Tunç Turunç diye biri yok, Nazım yazıyor o yazıları” demiş ama inandıramamıştı.

Halit Çapın abim de “Niye kendi imzanla yazmıyorsun?” diye fırça atmıştı. İşin aslı şu idi: Korkuyordum! Nazım Alpman imzasıyla yazarsam her yazıdan sonra izah etmekten yorulacağımdan, bazen de bunu başaramayacağımdan korkuyordum. İroni başa bela oluyordu.

***

Geçen hafta böylesi bir durum ortaya çıktı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca üzerinden yazdığım yazı amacına ulaşamadı.

SOL Partili doktorlar tepki gösterdiler. Eleştirilerine “Sevgili Nazım Alpman” gibi şefkatli bir giriş yaparak Koca’ya yönelik haklı eleştirilerini sıraladılar. Memleketin başına gelmiş en büyük “İkinci felaket” olan Covid-19 salgını koşullarında sağlık emekçilerinin tepkileri çok haklıydı.

Bakanın sadece küfür etmeyen, azarlamayan yönünü öne çıkartarak, küfürsüz, hakaretsiz konuşmayanlara dikkat çekmek istemiştim.

Çok yakın arkadaşım-meslektaşım Atilla Özsever de bana “bu yazı olmamış” diye beş maddelik bir mektup yazınca “tamam” dedim:

-Bu kez olmadı!

Ama hepi-topu bir yazı. 15 yıldır BirGün’de yazıyorum. 2 bin 300’den fazla yazı yayınladım. Nasıl biri olduğumu bu yazılardan çıkaramayıp son yazı ile on ikiden vuranlara da selam olsun!..

Yazının hak etmediği kadar ilgi çekmesinin esas müsebbibi de FOX TV programcısı İsmail Küçükkaya kardeşimin sabah programında yazımı överek okuması ve yazı üzerinden HDP Eş Başkanı Mithat Sancar’a soru yöneltmesi olsa gerek. İsmail Küçükkaya’ya da Atilla Özsever gibi teşekkür ediyorum.

Bir özel teşekkür de Büyük Şair Nihat Behram ustaya. Sosyal medyadaki terminatörlere karşı “Kaba küfrün alkışlandığı ortamda Nazım’ın inceliği çölde vaha gibidir” diyerek durduğumuz yer konusunda arzu edenlere referans oldu.

Bakan Koca yazım, sütunda patlayan Akape bombası gibiydi. Nötron bombasıyla başladık yine öyle bitirelim:

-Akape bombasına hayır!