Akdeniz kıyılarından bir esinti

GÜNNUR AKSAKAL

Angela Nanetti, İtalyan çocuk ve gençlik edebiyatında göze çarpan, güçlü bir kalem. Kendisini Dedem Bir Kirazağacı, Mistral, Kuyrukluyıldız Eken Adam, Düşler Sirki, 100 Şatolu Çocuk gibi eserleri vesilesiyle tanıyoruz.

Uzun yıllar öğretmenlik yapan Nanetti, söyleşilerinden birinde, “Yazdıklarım her zaman beni anlatır” diyor. Aslında kişisel korkularının ve merakının edebiyat anlayışını şekillendirdiğinden bahsediyor: Dedem Bir Kirazağacı’ndaki çıkış noktası ölüm üzerine düşünceleriyken, Mistral’de ilkgençlik yıllarında aile ve aşk oluyor. Düşler Sirki’nde bambaşka bir deneyim sunuyor, körelen bir duyu üzerinden dünyayı sorguluyor.
Nanetti alışılagelen toplum yapısını ve otorite sahipleri tarafından şekillendirilen davranış kalıplarını tartışmaya açıyor. Muhakkak ki bunu yapmasının geçerli bir nedeni var. İtalyan yazar, tabiri caizse, kafasını 'kendini gerçekleştirme' meselesine takmış durumda. Kalıcı olanın, fiziksel ve ekonomik avantajlar değil; bireyin özgünlüğü ve biricikliği olduğunu düşünüyor. Genç okurlarına da kendi değer sistemlerini, genel kabullerden ziyade bu özgünlük çerçevesinde oluşturmalarını öneriyor.

'BU DÜNYANIN YETİŞKİNLERE AİT OLDUĞUNA İNANMIYORUM'

Son yıllarda aşina olduğumuz bir durum: Çocukların ellerinde tabletler, akıllı telefonlar ve bin bir çeşit prodüksiyonla hazırlanan oyun seçenekleri… Hiç şüphesiz, her yeni nesil, teknolojiyle daha yakın temas kuruyor. Peki, bu durum çocukları özgürleştiriyor mu? Bunun cevabı korkarım ki 'şüphesiz bir evet' değil. Globalleşen dünyaya uyum, kültürlerarası geçişi kolaylaştıran sınırsızlık, internet dünyasının uçsuz bucaksızlığı yadsınamayacak büyüklükte avantaj sağlıyor. Ancak diğer yanda, sonsuz bir tüketim dayatması hâsıl oluyor.

Nanetti’ye göre, çocuklar ve gençler, geleceği şekillendirecek yegâne güç. Bu durumu “Bu dünyanın yetişkinlere ait olduğuna inanmıyorum” sözleriyle ifade ediyor. Ancak, ne yaşadıkları ne de yaşayacakları hayata dair söz hakları var. Yetişkinlerin kararlarının sonuçlarını yaşıyorlar. UNICEF tarafından BM Genel Merkezi’nde yapılan 'çanta mezarlık' sergisi bu durumu çarpıcı bir şekilde gösterdi.

Nanetti, bu akışı tersine çevirircesine, tüketim kültürünün karşısında; doğadan ve gençlerden yana tavır alıyor. Bu nedenle Nanetti okurken sık sık açıksözlü, meraklı, eleştirel ve hatta zaman zaman kavgacı karakterlerle karşılaşıyoruz. İşte, ON8 tarafından, Nilüfer Uğur Dalay’ın çevirisiyle okurla buluşturulan Mistral de böyle bir karakterin romanı.

MİSTRAL

Mistral, Fransa ve İtalya denizlerinde esen, kuru ve sert rüzgâr anlamına geliyor. İsmiyle paralel, kimi zaman fevri, daima bağımsız ama kırılgan da bir portre çiziyor. İtalyan yazar, Mistral ile dünya edebiyatına güzel bir ilk aşk anlatısı armağan ediyor. Bu anlatının kahramanları, bir 'adalı' ve bir 'dünyalı'.

Mistral’in hikâyesi, adaya gelen bu dünyalıyı, Cloe’yi gördüğü an başlar. Ne hissettiğini bile anlamamışken, henüz tanıştığı gün kendini Cloe’nin sevgilisi olarak buluverir. Bu o kadar büyülü bir sahnedir ki! Cloe, ailesinin yanına dönmeden evvel, “Şimdi seninle sevgili olabiliriz” deyip önce Mistral’e dünyaları verir, ertesi günse “Abimle konuştum, tanımadığım biriyle sevgili olmam aptalca” diyerek tüm dünyasını geri alır. Sonuç mu? “Ama artık tanıştık, o kadar da aptalca değil!” Ve bu şekilde gelgitler ve özlemle geçen yıllara, karmaşıklaştıkça durulanan ve büyüyen bir sevgiye tanık oluruz.

Mistral sayesinde, ada hayatını yakından görürüz. Kimsenin fark etmediği bir adada, küçük hayatlar süren Mistral ile ailesi, bir turizm atağının parçası oluverirler. Etraflarıyla birlikte yaşadıkları değişim, yalnızca ekonomilerine değil, ilişkilerine de yansır.

Gerek Mistral’de yapılan ada ve doğa tarifi, gerekse Mistral ve Cloe arasında, yahut aile içindeki 'kendine özgü' diyaloglar bana Moonlight Kingdom filmini anımsattı. Filmi sevenlerin, kitaptan da keyif alacağına eminim. Ben kendisiyle tanışmaktan pek memnunum, sizlerin de tanışmasını öneririm.

cukurda-defineci-avi-540867-1.