2. İzmir Uluslararası Akdeniz Sinemaları Buluşması’nda Akdeniz ülkelerinden 34 film gösterilecek ve bir Akdeniz ortak yapım projesi gündemiyle konuk yapımcılar ve sektör temsilcileri buluşacak.

Akdeniz kuşun kanadında

Akdeniz bir sinema gölüdür desem abartmış olmam. Neden derseniz, bu bölgedeki kültürel çeşitliliği dünyanın başka bölgelerinde bulmak pek kolay değil. Bir yanda Fransa, İtalya, İspanya gibi gelişmiş bir sinema endüstrisine sahip, büyük yönetmenler yetiştirmiş ülkeler, öte yanda Türkiye, Yunanistan, Hırvatistan, Slovenya, Arnavutluk, İsrail, Lübnan, Ürdün, Suriye, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas, Kıbrıs, Malta gibi gelişmekte olan, az sayıda da olsa ustalar yetiştirmiş ülkeler. Bu ülkelerin birbirinden alıp, vereceği çok şey var. Kültürlerarası buluşmalar bu anlamda önemli bir fırsat.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile tasarladığı ‘Uluslararası Akdeniz Sinemaları Buluşması’nın ilkini geçen yıl gerçekleştirmiştik. Etkinliğin bir ayağı film festivali, diğer ayağı ise Akdenizli yönetmen ve yapımcıların bir araya geldiği sektör içi bir buluşma. Geçen yıl, festivale katılan konuklarla yaptığımız ilk toplantıda bir Akdeniz Sinemaları ağı oluşturulması yönünde görüş birliğinevarılmış, bu ağın merkezinin İzmir olması benimsenmişti. Bu yıl bir adım daha atarak, ortak bir Akdeniz projesi oluşturmak için yola çıkıyoruz.

SİNEMADA NOSTALJİ

Festivalin gösterim programında 30 ülkeden 34 film yer alıyor. Birkaç klasik yapıt dışında hepsi de çok yeni filmler. Diyeceksiniz ki, Akdeniz’in çevresinde 30 ülke var mı? Yok elbette. Ama diğer Avrupa ülkelerinden ortak yapımcıları da hesaba kattığımızda ülke sayısı 30’u buluyor. Yarından başlayarak hafta sonuna dek, üç salonda (Kültürpark İzmir Sanat, Institut français / Fransız Kültür Merkezi ve İzmir Mimarlar Odası’nda) gösterilecek 34 film içinde önümüzdeki günlerde çokça konuşulacak Oscar’ların Uluslararası Film dalında Akdeniz ülkelerinin aday gösterdiği filmler de yer alıyor. Günümüz İtalyan sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Mario Martone’nin imzasını taşıyan “Nostalgia” bunlardan biri. Martone, Güney İtalya’nın en güzel kentlerinden biri olan Napoli’yi anlatıyor. Yıllar önce ayrıldığı kentine hasta annesini ziyaret etmek için gelen bir aydın, bu kente olan bağlılığını, tutkusunu anımsıyor. Şimdi bir mafya lideri olan çocukluk arkadaşı ile buluşup, eski günlerin özlemini gidermek istiyor, ama hiçbir şey eskisi gibi değil artık…

Tarkovski’nin başyapıtlarından “Nostalji”ye bir gönderme olarak da görülebilir film. İnsanın doğup büyüdüğü ama artık uzaklarda olan bir kentle arasındaki sevgi/nefret ilişkisini anlatıyor iki usta da; yaşanan sorunlar çok farklı olsa da… Nostalji duygusunu tatmak için başka olanaklar da var festivalde. Programda, Akdeniz filmleri arasında bir Macar filminin ne işi var diye düşünüyorsanız, hemen açıklayayım: Mısır sinemasının ilk döneminin önemli yönetmenlerinden Türk asıllı Seyfettin Şevket’in öyküsünü anlatıyor Agnes Maksay, “Şevket Muamması”nda. Bir de İsveç filmi var programda: İsveç’in bu yılki Oscar adayı “Cennetten Gelen Çocuk”. Bu filmi, artık İsveç vatandaşı olan Mısır asıllı Tarık Saleh’in ülkesine ilişkin nostaljisinin, radikal Müslümanların ülkesine yaptığı kötülüklerden duyduğu acının bir yansıması olarak görebiliriz…

PARİS VE LANGLOIS

Bu yıldan başlayarak, her yıl bir kente özel bir bölüm ayırmak istiyoruz festivalde. İlk durağımız Paris olacak. Paris’te bir süre yaşamışsanız bu kentle kurduğunuz bağ hiç kopmaz, artık uzağında olsanız da. Yeni dalganın ilk günlerinden bugüne, Fransız sinemasının usta yönetmenlerinin kente bakışını yansıtan önemli filmler yer alıyor bu bölümde. Dün gazetemizde yer alan haberi yinelememek için bu bölüm üzerinde fazlaca durmayacağım; zaten programda yer alan filmlerin bir kısmı İzmirlilerin -özellikle ‘frankofon’ İzmirlilerin- merakla beklediği yeni filmler. Medya dünyasının içyüzünü yansıtan Bruno Dumont’un “France” (hayır, Fransa değil Türkçesi. Film baş kahramanının adı France), Alice Winocour’un “Paris Hatıraları”, günümüzün en can yakıcı sorunlarından ‘kaçak göçmen’ olgusuna duyarlı bir kadın polisin gözünden bakan Anne Fontaine’in “Polis / İngilizce adının çevirisi ile “Gece Devriyesi” ya da Bataclan terör olayından esinlenen Bertrand Bonello’nun “Nocturama”sını, Paris’in savaş yılları (Marcel Carné) ve 60’lı yılların Paris’i (Rivette ve Malle) karşılaştırmak heyecan verici olacak.

Festivalde, Akdeniz’in az tanınan sinemalarına özel bir önem vermek istiyoruz. Bu nedenle festivalin tek ödülü olan ‘MEDCİNE İZMİR Henri Langlois Ödülü’nü Arap sinemasının tarihini yazan usta bir yazar ve yönetmen Férid Boughedir’e veriyoruz. En önemli filmlerinden biri olan “Halfouine Çatıların Çocuğu” ile “Zizou ve Arap Baharı” adlı güldürü yer alıyor programda. Geçen yıl da Langlois Ödülünü gene Akdeniz’in güneyinden bir ustaya, Cezayirli Merzak Allouache’a vermiştik. Ödülün adı neden Henri Langlois diye soracak olursanız, Langlois’nın bizim için özel bir önemi var: Fransız Sinemateki’nin kurucusu ve yöneticisi, aralarında Türk Sinematek Derneği’nin de olduğu pek çok Sinematek’e destek vermiş, sinema kültürünün yaygınlaşmasına büyük katkıları olmuş bir sinema insanı olmasının yanı sıra, İzmir’li olması bizim için çok değerli. Langlois hakkında bir belgeseli, uzun yıllar Fransız Sinematek’inde Langlois ile ve Türk Sinematek’inde Onat Kutlar ile çalışmış sinema yazarı dostumuz Jak Şalom sunacak.
Saygı sunuşu yaptığımız ustalar arasında bir de bizden isim var. Daha bu yaz ‘2. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Jüri Başkanlığı yapan, kısa bir süre sonra da yaşamını yitiren sevgili Erden Kıral’ın bazı bölümlerini İzmir’de çektiği “Gece” ve “Vicdan” filmleri gösterilecek.

AKDENİZ’İN BÜYÜSÜ

İzmir’deki seçkimizde. Sloven yönetmen Darko Sinko “Envanter”, Arnavut yönetmen Artur Goristi “Kış Ateşböcekleri”, Faslı yönetmen Hakim Belabbbes “Çöken Duvarlar”, Yunan yönetmen Yorgos Goussis “Manyetik Alanlar” ülkelerinden çarpıcı insan manzaraları sergiliyorlar. Akdeniz’in Büyüsü, Mısırlı Omar El Zohary’nin “Tüyler”, Filistinli Maha Haj’ın “Akdeniz Ateşi”, Tunuslu Erige Sehri’nin “İncir Ağaçlarının Altında” filmlerine yansıyor. İtalyan sinemacı Antonio Palumbo “Noel Baba: Midye, Kebap ve Coca Cola” da Noel Baba figürünün farklı ülkelere yansımasını araştırırken, kültürlerarası bir macera sunuyor.

Akdeniz bir barış gölü olması dileğimiz elbette (Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun afiş tasarımı da bunu vurgulamıyor mu?), ama ne yazık ki emperyalizmin rahat vermediği bir bölge olmuş burası tarih boyunca. İsrail-Filistin çatışmasından, Lübnan iç savaşına, ‘Arap Baharı’ndan Suriye krizine uzanan sayısız çatışma ve darbenin sinemaya yansımaması düşünülemezdi elbette. Tarihle yüzleşme Akdenizli sinemacılar için kaçınılmaz bir yazgı. Lübnan’ın kadın yönetmenlerinden Joana Hadjithomas ve Halil Joraige “Hatıra Kutusu”nda iç savaşın mektuplara yansıyan acılarını, Suriye kökenli yönetmenler Rana Kazkaz ve Anais Khalaf Arap Baharı eylemleri sırasında tutuklanan kardeşini kurtarabilmek için sürgün yaşadığı Avustralya’dan ülkesine dönen bir “Tercüman”ı, Maltalı yönetmen Davide Ferrario “Taçtaki Kan”da Malta tarihinin önemli bir dönüm noktasını, İngiliz emperyalizmine başkaldıran halkın öyküsünü anlatıyor. İsrailli Ari Folman “Anne Frank Nerede?” adlı canlandırma filmi ile geçmişten ders almamız gerektiğini anımsatıyor.

Günümüzün toplumsal-siyasal sorunları pek çok sinemacının gündeminde. Hırvat yönetmen Srdan Kovacevic “Fabrika İşçilere”de bir fabrikanın işçilerin yönetimine geçmesinden sonra yaşananları, işçilerin kapitalist düzende ayakta kalma çabalarını, Fransız Emmanuel Carrere “Ayrı Dünyalar”da temizlik işçisi kadınların yaşamı üstüne araştırma yapan bir yazarın başına gelenleri sergilerken, İspanyol yönetmen Fernando Leon de Aranoa “İyi Patron”da bu düzende patron olmanın koşullarını müthiş bir mizah duygusu ile anlatıyor. Bizim sinemacılarımız da içinden geçtiğimiz dönemi, gerçekçi bir bakış açısıyla aktarıyor. Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı”, Nesimi Yetik’in “Dirlik Düzenlik”, Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında” ve Emre Kayiş’in “Anadolu Leoparı”nı henüz izlemediyseniz kaçırmayın derim. Filmler (bir istisna, açılış filmi “İyi Patron” dışında) birer kez ve -İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir kültür hizmeti olarak- ücretsiz gösteriliyor. İzmirliler bu çabayı karşılıksız bırakmaz diye düşünüyorum. Darısı İstanbullu sinemaseverlerin başına…