Özellikle Bakırköy Ruh ve Sinir'den psikiyatri uzmanlıklarını almış hekimlerin merkezde durduğu

Özellikle Bakırköy Ruh ve Sinir’den psikiyatri uzmanlıklarını almış hekimlerin merkezde durduğu, ama orayla ve psikiyatristlerle sınırlı kalmayan bir dergi Akıl Defteri. Genel olarak soldan dünyaya bakan, insanı, sanatı ve tarihi ele alırken ruhsallığa ağırlık veren bir yapısı var. En önemlisi de tek bir kavram yerine, aralarında diyalektik bir ilişki kurarak kavram çiftlerini merkezine alıyor: “Devrim ve Bilinçdışı”ndan başlayarak, “Devlet ve İntihar”a, son olarak da 3. sayısında “Şiddet ve Kimlik”e yönelmiş. Gelecek sayısı da ülkemiz için önemli olan Ütopya ve Melankoli birlikteliğini inceleyecek. Kavram çiftleri önemli, çünkü ikisi bir arada bulunduğunda zaten kendi perspektifini yansıtıyor.
Bir kültür dergisi olarak nitelenebilir, ama aynı zamanda politik bir yapısı var. Benim en çok ilgimi çeken yanı ise politikaya bir ruhsallık penceresinden bakması. Niçin ilgimi çekiyor? Yıllardır hem solcu olarak, hem de sol çevreler içinde bulunan birisi olarak, şaşkınlıkla gördüğüm durum, solun kendi katılaşmış ideolojik çerçevesinde insanın ruhsallığını yoksayarak yer etmiş bir “yapay yoldaş” düşüncesi. İnsan olarak, özellikle 1970’lerde Türkiye solu görevleriyle, yarattığı idealleriyle, yüceleştirdiği “feda etme ve devrim için her şeyi mubah gören modeliyle” hakikaten Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı? eserinden türemiş bir militan modeli geliştirmişti. Aynı zamanda bu militan modelinin cinselliği tümüyle arka planda bırakma dayatması genel geçer bir öneri haline getirilmişti. 1980’de korkunç tehditkar ve baskıcı bir darbe Türkiye’nin gündemine girince, Türkiyeli insanın ilk suni atmosfer ihtiyacında, yaşamı kutsamak diye entelektüel ve maddi konformizm, tenin ve bedenin yüceltilmesiyle cinsellik sürü halinde insanın aşırı isteklerine ve hayallerine dönüştü. 1980 öncesi denilince örneğin sinemada çok insanın aklına seks-komedi filmleri furyası gelir, oysa bilen bilir Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde darbe sonrasındaki kadar aşırı bir porno dalgası yaşanmadı. Geçmişin kanonları tamamen bir kenara bırakılarak, yeni kanonlar öne çıktı. Kadıncasından Erkekçesine kadar tuhaf dergiler ise bir tuhaf popüler olmuştu, Tan gazetesini ise hiç açmayalım. Bastırılmışın geri dönüşü, hakikaten arsız oluyor.
Ruhsallık penceresinden baktığımızda, insanı ilk önce olduğu gibi kabul edebilmek, deyim yerindeyse insanın hammaddesini tanımak benim için ilk çıkış noktası. Yüceltilen insan modelleri karşısında, insan hem ne kadar eciş bücüş kalıyor, hem de ne kadar daha zengin ve çatışmalı bir canlı.
Kapitalizmin kültürü insanı insan gibi kabul eden değil, deyim yerindeyse elindeki araçların merkezine insanın zaaflarını koyup bunun piyasasını yaratan bir sistem. Kapitalizmi insani olanı araştırıp yaşatan değil, insanı bir tür değersizleştirmeden geçirerek yoz bir kültürün kakafonisi içinde boğan bir sistem. Gerçek şu ki Althusser’in İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları kitabında mükemmel özetlediği gibi, kapitalizmin devam etmesi bir rıza alanı yaratıp, insan yaşamını bütünüyle kuşatan ve insanın aranışlarını sınırlayan, alternatifleri kötürüm haline getirip, insanı bir tür yalnızca “yaratılmış ihtiyaçların içinde, toplumsal olarak ürettiği fetişlerin peşinde tüketen bir sistem”. Bir tür özgürlük değil, kendince zorunlu edimlerin bir baskıya dönüşmüş hali olan iş hayatı dışında, boş zamanlarını da kuşatıp, orada kendini bulma değil, kendinden kaçışı örgütleyen bir sistem. Devrim, bir tür şairin dediği gibi, “Herkesin kendinden kaçacağı yerlerde/ Sen kaçmayasın diye”, insanın içinde yaşadığı sistemle yüz yüze geldiği anda bir çıkış yolu olarak alternatifsiz duruyor. Öte yandan irrasyonelinden bilimdışına kadar enva-ı çeşit inanç ve suni din/tarikatın olduğu bir teslimiyet çizgisi bulunuyor. Devrim umuduna susamış, özgürlüğün hasretiyle kavrulmuş insanların isyan türküsüdür. Devrimden kaçanların arkasında korkunç bastırma ve görmezden gelme çabalarıyla sinik bir konformizmden başka sığınacak bir şeyleri olmayan insanların kaçışları yatıyor. İnsanla barışmak için, insanı ezen sistemin ötesinden başkası bulunmuyor.
Her şey mubah diyenlerin, bazılarının dediği gibi Tanrısızlar olduğu ise bildiğim en büyük yalan. Ben hayattan şunu öğrendim: Ahlaki olarak konformizm ve insan katli kapitalizmin en büyük devrim-alternatifidir. Öğrenilmiş çaresizlik kapitalizmde insanın kendi sistemler uzlaşma sürecinde çok belirleyici bir yer tutar. Mücadele insanı diri tutar, idealleri sarsılmış insan ve yükselmek için hangi kesim iktidardaysa ona yakın olan insanların en büyük düsturu ve aşırı yaygın biçimidir “her şey mubah”. İnsanı bundan uzak tutacak olan ne Tanrı inancıdır, ne de bir tarikat şeyhi; insan kendisiyle barıştığında, kendisiyle yüzleştiğinde mubah çöplüğünden çıkarak ahlaki idealiyle tutarlı “sınırlı sorumlu” bir hayatı kurabiliyor. Yaşamımız her insanın kendi deneyimlerinden, özlemlerinden, hayal kırıklıklarından, arzularından örülmüş bilgeliğin yolundan geçip kendi ahlaki sistemimize yöneldiğinde, kişi biraz huzur biraz da tutarlı bir yaşam dizgesi üretebiliyor. Kifayetsiz muhterisin hırsından korkmak gerek; bir de her tür sahtenin yüceleştirilmesinden. Ölümcül Kimlikler Üzerine Beş Mektup/ Hekimin Kimliği / İnsan Kendini Önce Başka İnsanlarda Görür ve Tanır ya da Kimlik, Ego ve Narsizim / Bilen Aklın Şiddetle İmtihanı gibi yazıları merak ediyorsanız Akıl Defterini sizde okuyup karalayın.
Ben de Şiddet ve Kimlik adlı üçüncü sayıda Latin Amerika, Sömürgecilik ve Direnişin Estetiği ile Shakespeare ve Şiddet Üzerine bir Deneme adlı makaleleri yazdım. İlgilisine duyurulur, özellikle şiddetin her türlüsüne ve her türlü farklı kimliği şiddetle bastırmaya fena halde tutulmuş evetçilerin bolluğunda alternatif bir ses olarak okunabilir.