Yaşamını başkalarının hayatlarından çalarak, kendinden farklı olan her şeyi yok ederek sürdürme gayreti, ister istemez kendine yeni yeni düşmanlar yaratmayı gerektirir. Düşman algısı ötekine yapılan kötülüğü meşrulaştırmayı amaçlar. Suç işlerken vicdan azabı duymamak için gereklidir bu. Empatiye yer yoktur. Vicdan da çoktan uzaklaşmıştır.

Bir etiketle insanlar, çoluk çocuk demeden öldürülmeyi hak eden zararlı varlıklar haline getirilebilir. Kızlarına tecavüz edilebilir. Mallarına el konulabilir. İşkence yapılabilir. Yüzlerine tükürülebilir. Hakaret edilebilir. İdam edilebilir. Gaz ocaklarında yakılabilir. Ölüsünün vücut bütünlüğüne saldırılabilir. Aç sefil bırakılabilir. Köleleştirilebilir. Sınırları zorlanarak sömürülebilir. Evleri yıkılabilir. Aklınız alıyor mu?

İnsan bu kadar nefreti nasıl üretebiliyor? Düşmanlık nasıl bu kadar kitlesel bir hal alabiliyor? Nefret nasıl bu kadar kitlesel bir biçimde alkışlanabiliyor? Aklınız alıyor mu?

Her gün birilerini hedef gösteren, korku ve nefreti bulaşıcı bir hastalık gibi kitlelere yayan bir anlayış nasıl bu kadar desteklenebiliyor? Aklınız alıyor mu?

Milyonların iradesi olarak seçilen belediye başkanları, milletvekilleri nasıl ve hangi hakla milli irade denilen kavramın altında ezilmek isteniyor? Aklınız alıyor mu?

Halkın haber alma hakkı birlerinin günahlarını saklamak adına nasıl engelleniyor? Aklınız alıyor mu?

Savunma hakkı nasıl ihlal ediliyor? Aklınız alıyor mu?

Öğretim üyelerinin seçim hakkı nasıl gasp ediliyor? Aklınız alıyor mu?

İktidar nasıl bu kadar ayağa düşebiliyor? Kendini gazeteci olarak sunan, varoluşunu birilerinin tetikçiliğini yapmaya borçlu olan birileri, gazetecilik mesleğinin en üretken, en değerli kalemlerini birer birer nasıl hedef gösterebiliyor. Bir başkası ana muhalefet partisini “operasyon mu istiyorsunuz?” diye tehdit ediyor. Aklınız alıyor mu?

Tetikçilik bir meslek alanı olarak nasıl şekilleniyor, toplumda itibar görüyor? Aklınız alıyor mu?

Kimisinin elindeki silah, kimisinin tekmesi birilerince nasıl da şefkatle karşılanıyor. Aklınız alıyor mu?

Sıradanlık, bayağılık kutsanırken, bilgi, emek nasıl ayaklar altında? Aklınız alıyor mu?

Benim almıyor!

Hayatlarımızdan çalıyorlar. Düzenli olarak aldığınız bir gazetede, tanışmadan, sadece okuyarak uzun dostluklar kurduğunuz bir köşe yazarının mesela, köşesinin boş kalması, sayfalarca yazıdan daha çok şey anlatmıyor mu?

İşyerinize gittiğinizde boş duran bir sandalye, eksik bir gülümseyiş, eksik bir sohbet, tezgâh başında görememek arkadaşınızı, bir daha göremeyeceğinizi de bilmek, saatlerce konuşmaktan daha çok şey anlatmıyor mu?

Kürsüde sevdiğiniz bir hocayı görememek, barış istedi diye, bir sürü dersten daha çoğu değil mi?

Sokaklarını, meydanlarını, parklarını, yapılarını adım adım ezberlediğiniz, anılar biriktirdiğiniz bir kentte, yakılan tarihi bir bina, kesilen bir ağaç, yersiz ve çirkin bir biçimde yükselen bir yapı, talan edilen bir yeşil alan, tehdit edilen çocuk parkı, hayatımızdan çalınan şeyler değil mi?

Bunca kötülüğün arasında insana dair bir umut arıyoruz çevremizde. Çıkıyor da. Her şeyi göze alıp, onurlu duruşlarından bir adım geri atmayan, özgür basının emekçileri, barış imzacıları, emek mücadelesini akademide omuzlayanlar, laiklik, demokrasi, barış ve emek mücadelesini tüm saldırılara rağmen sırtlananlar, hocalarım, arkadaşlarım, ilk gençlik yıllarında yazılarını heyecanla okuduğum kalem erbapları sizden öğrendik umut etmesini, sizin duruşunuzla bu nefret ve korku iklimi dağılacak. Adnan Yücel’in dediği gibi:

“Ey herşey bitti diyenler /korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler /ne kırlarda direnen çiçekler / ne kentlerde devleşen öfkeler / henüz elveda demediler /bitmedi daha sürüyor o kavga /ve sürecek / yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”