“1. Yasa: Kutsal Salya kitabı Tanrının sözüdür. En önemli şeyin bu olduğunu kabullenmelisin, sevgili Sycko. Aksi takdirde Kutsal Salya kitabındaki her şeyin mutlak hakikat olduğunu nasıl bilebilirdik ki?”

Tektanrılı dinlerin hepsi ulviliğini bu mantıksal kısırdöngüyle doğrular: Kitap tanrının sözüdür. Kim söylüyor? Peygamber. Onun peygamber olduğunu nereden biliyoruz? Kutsal kitap öyle diyor. Peki kitabın kutsal ve doğru olduğunu nereden biliyoruz? E, peygamber söylüyor!

‘Kutsal Salya’, Brian Smith’in romanı The Temple‘da (2014) geçen Salyacılık dininin kitabı. Dinin lideri insanların doğdukları andan itibaren salya akıttığını, bu yüzden salyanın her şeyden daha kutsal olduğunu söylüyor. Dinin temel ibadeti de salya akıtmak… Dinlerin sömürü mekanizmasına dönüşme süreciyle ilgilenen romanda anlatılan bu din, tüm tektanrılı dinlerin özelliklerini barındırıyor. Liderde ise İsa ve Muhammed gibi karakterlerle birlikte Fetullah Gülen, Cübbeli Ahmet, Menzil şeyhi, ABD’nin televanjelist rahipleri gibi güncel din sömürücülerini net biçimde görebiliyoruz.

Smith’in romanı son 15-20 yıldır Richard Dawkins, Lawrence Krauss gibi bilim insanlarının başını çektiği Yeni-Ateizm hareketinin edebi izdüşümlerinden biri. Son zamanlarda dinin akıldışılığıyla ilgili The Temple’a benzer çok sayıda roman yayımlandı. Roman sanatı açısından yeterince iyi değiller maalesef; anlatıyı bilim temeline oturtarak dinsel saçmalıkları gösterme çabası edebiyatın estetik olanaklarının kullanılmasını belli ölçüde engelliyor.

Büyük bir merakla ama yazınsal lezzetten yoksunluk hissiyle okuduğum The Kafir Project (Lee Burvine, 2016) bu tür kitapların başında geliyor. Sırtını kuantum yerçekimsel alan kuramlarına dayayan anlatı IŞİD, El Kaide gibi İslamcı terör örgütlerini temelden yıkmayı amaçlayan bir operasyonu konu ediniyor: ABD tarihin belli anlarının videoyla kaydedilebildiği ‘uzayzaman görüşü’ (spacetime viewing) adlı bir proje geliştirmiştir. Bu görüntülerden birinde Süryani bir din adamı Aramice bir kitap okuyarak ibadet etmektedir. Okunan metin açıkça Kuran ayetlerini içermektedir, görüntünün tarihiyse Muhammed’den önceye aittir. ABD bu görüntüleri yayarak İslam’ın tarihsel temellerini yıkmayı amaçlamaktadır: “Kitabın kendisi ilahi mucize olarak tanımlanıyor. ‘En temiz dil’ olduğu için Arapça indirilen gerçek Tanrı kelamı. Peki ya kutsal ve mucizevi Kuran’ın ayetleri bir Hıristiyan dua kitabından kopyalanmışsa?! Muhammed doğmadan önce yazılmış, Arapça bile olmayan bir kitaptan?!”

Kuran’ın Süryani-Aramice kökenine dair Christoph Luxenberg tarafından 2007’de yayımlanmış müthiş bir araştırma var; The Syro-Aramaic Reading of the Koran adlı kitapta Luxenberg, insanı hayran bırakan bir bilimsel metotla etimolojik ve arkeolojik bir dedektiflik çalışması yapıyor. Peki Almanca ve İngilizce yayımlanan bu bilimsel çalışmanın dünya kamuoyundaki etkisi? ‘Yok’ ile ‘yok sayılır’ arası… Çünkü üç tektanrılı din arasında öyle sıkı bağlar var ki, birindeki çözülmenin ardından diğerlerinin de çözüleceğini tahmin etmek zor değil.
Romanda araştırma ekibi başka bir görüntüye ulaşır: Yanyana üç çarmıhta çürümeye başlamış üç ceset, ortadakinin başında dikenlerden bir taç. Bu görüntü Arimatealı Yusuf’un o gün İsa’nın bedenini alıp kaya mezara gömmesi, üç gün sonra İsa’nın dirilip göğe yükselmesi gibi inanışların gerçekdışılığını kanıtlamaktadır. Peki sonra? ABD kendi inanışını korumak için ‘Kafir Projesi’ni iptal edip ekiptekileri öldürmeye başlar.

Eğitim dendiğinde çocukların beynini dinsel hikâyelerle yıkamaktan başka bir şey bilmeyen gerici iktidarlara rağmen bu tür anlatıların sayısı artacak -umarım estetik güçleri de. Sonuçta bunlar kurmaca tabii, ama ilk yasası ‘kendiliğinden-ulvilik’ olan kitaplardan daha gerçekçiler.