Tam yazımın başına oturduğum zaman elektrikler kesildi. Evde birkaç mum bulmam şans oldu. Hatırlıyorum, çocukken, özellikle kış aylarında elektrikler sık sık kesilirdi, gaz lambası yakılırdı, dışarıda karlı fırtına uğultusu. Öyle anları nedense çok severdim, sanki her şey gölgelerin içinde biçim değiştirirdi, gerçekliğin başka bir boyutu ortaya çıkardı. Ya elektrik hiç olmasaydı, her gece gaz lambasının ışığında ailecek oturup sohbet edebilseydik, babam bize çocukluk hikâyelerini anlatsaydı, annem kızarmış kestaneler getirseydi, perdeleri açıp yağan karı izleseydik bir yandan, daha mutlu bir çocukluk mu geçirmiş olurdum? Sanırım elektriklerin kesilmesi, kendi içime dönmek için bir fırsattı, elektrik varken televizyon açık olurdu, yapacak hep bir şeyler olurdu.

Şimdi çoğu kişi yalnız kalınca ne yapacağını bilemiyor, bir de elektrikler kesikse, kaçacak bir şey yok, televizyon, internet, bilgisayar oyunu… Hep bir şeylere geç kalmış olma korkusu içinde… Gerçeklik denilince dış gerçeklik anlaşılıyor, bir de iç gerçeklik var, içimizde olup bitenler. İçimize dönmediğimizde, gerçeklik yarım kalıyor. Bebeklikten getirdiğimiz tümgüçlülük fantezisi, belki de bu yüzden gerçeklikten nasibini alamıyor. Tümgüçlülük fantezisi hüküm sürdüğü sürece, gerçeklik sınavından geçilemez, çünkü ‘haz ilkesi’ nedeniyle arzular gerçeklere ağır basar. Bugün post-truth denilen bu çağ, gerçeklik sınavından geçemediğimizin kanıtı, bilmenin yerini üstünkörü inanma aldı, neyi arzuluyorsak onu gerçek kabul ettiğimiz bir zaman…

Sadece gençlerde değil, yetişkinlerde de belki de bu yüzden süreç kavramının karşılığı olmuyor, biri whatsapp’tan biraz geç yanıt verecek olsa hemen terk edilmiş hissetme, daha biriyle tanışır tanışmaz onunla fantezisini kurduğu aşkı yaşayabileceğini sanma… Bir ilişkinin de, ayrılığın da gerçekte bir süreç olduğu göz ardı ediliyor çoğu zaman, ışık hızıyla her şeyin olup biteceğini sanma… Siyasi olarak da, bir seçim yenilgisinin ardından umutsuzluğa kapılıp felaketleştiren tespitlerin yapılması, süreç özelliğinin gözardı edilmesiyle ilgili. Bir kitap okuyup bütünüyle kişinin değişeceğini sanması da… Orhan Veli, “her şey birdenbire oldu” derken şiirinde, başka bir şeyden bahsediyordu, yaşama coşkusundan… Gerçekte hiçbir şey birdenbire olmuyordu.

Adam Phillips, ‘Kreşte Yabani’ adlı kitabında, tümgüçlülük fantezisini yaşayan birini düşünür, diyelim ki her şey, bütün o arzular hiçbir engelle karşılaşmadan, süreç özelliği olmaksızın gerçekleşmiş olsun, kişi “hiçbir şey bulamayacaktır karşısında, kendisinden başka hiçbir şey” der. Ve hemen ekler: “Fakat benim arzuma çok fazla direnen bir dünya da barınılır gibi değildir, yaşanacak yer değildir. Ancak ondan bir şey isteyerek o dünyayı kendime ait kılabilirim.” Arzusunu yitiren, bilmeyen ya da bastıran biri, bu yüzden kendisini dünyada bir yabancı gibi hisseder. Her şeyi dış gerçekliğe göre yaşamak, her zaman mantıklı ve doğru olanı seçerek mutlu olacağını sanmak bir yanılgı.

Mumlar sönmeye hazırlanıyor. Kendi arzularımı ve hayal kırıklıklarımı düşünüyorum, mumların eriyişini izlerken. William Blake’in “Aptallığında direnen aptal, sonunda akıllı olur” aforizmasındaki gibi, hayal kurmaktan vazgeçilmediği sürece, gerçekliği değiştirmenin ya da etkilemenin bir yolu mutlaka bulunur, gerçekliği kendimize ait kılacak… Ama bütün mesele, nasıl direnildiğinde, arzularını gerçeklik sınavından geçirebilmenin yolunu bulan akıllı aptallardan olmalı belki de… Yazmak da bir süreç, mumların sönmesi de…