Geçen hafta siyasal eleştirinin bir yanda sömürü, eşitsizlik ve bölüşüm, diğer yanda bireysel özgürlükler, demokrasi ve kimlik meseleleri olmak üzere iki ana hat üzerinde şekillendiğini ve sol siyasetin uzatmalı yenilgisinin önemli nedenlerinden birinin, bu iki eleştiri aksını bir araya getirememesi olduğunu vurguladım. Öyle ya da böyle bölüşüm siyasetinin eleştirisi uzun süredir demokrasi eleştirisinin bir alt kümesi haline gelmiş bulunuyor. HDP ve Kürt sorunu etrafında yaşanan son gelişmelere bakınca bu durumun yakın zamanda değişmesini beklemek de iyimserlik olur! Ancak iyi nedenleri de olsa bu iki eleştiri biçimi arasında diyalektik bir ilişki kuramadığı ölçüde sol, iktidar iddiasının uzağına düşmeye devam edecek.

Üstelik bu iki eleştiri biçiminin sol açısından sorunlu ilişkisi ve yarattığı sonuçlar sadece “yüksek siyaset” alanına özgü değil. Günlük yaşamımıza damgasını vuran irili ufaklı yerel yönetim pratiklerinde de benzer açmazlar ve ikililikler var. Orada da kaynaklar ve bölüşüm alanıyla özerklik ve demokrasi alanı arasında diyalektik bir ilişkinin kurulamamasından kaynaklı ciddi sorunlar yaşanıyor. Toplumun, içine düşürüldüğümüz açmazlardan çıkışta belediyelerden beklenti içine girdiği bir dönemde bu soruna yerel yönetimler alanı üzerinden bakmayı önemli buluyorum.

Önümüzdeki haftalarda da üzerinde duracağım bu sorunu değerlendirmeye teknik sayılabilecek bir örnek olan akıllı şehir uygulamalarını ele alarak başlayalım. Ulaşımdan emlak vergisi ödemesine, imar sorgulanmasından nöbetçi eczane tespitine kadar uzanan geniş bir alanda yerel yönetimler bilişim teknolojilerinin sağladığı olanakları kullanıyorlar. İdeoloji farkı gözetmeksizin hemen her belediye kendi yerleşmesini akıllı kent olarak ilan ediliyor. Akıllı denilince sular duruyor olsa da bu akıllı söylemin gerisinde karmaşık bir dünya var. Bu karmaşık dünyayı anlamaya yönelik olarak yukarıda söz ettiğimiz iki eleştiri biçimini işe koşalım.

Demokrasi-özerklik eleştirisi açısından baktığımızda akıllı kent, teknolojiyi de arkasına alarak yaşamımızı kolaylaştırıyor; tek bir kartla kent yaşamının birçok etkinliğine katılabilmek, beklediğimiz toplu taşıma aracının kaçta geleceğini bilmek, aracımızla yoğun yollardan kaçınmamızı sağlayan bilgiye ulaşmak, bir tuş dokunuşuyla nöbetçi eczane bulmak, evden vergilerimizi ödemek yaşam kalitemizi artıran kolaylıklar. Ama özerklik eleştirisi bu kolaylıkların bir maliyeti olduğunu da söylüyor.

Kullandığımız akıllı ulaşım kartları aynı zamanda otorite adına kent içinde yaptığımız tüm hareketlerin bilgisini gerektiğinde kullanılmak üzere depoluyor. Kullandığımız her uygulama sağladığı kolaylıklarla bizi kentin öznesi yapıyor görünürken, aynı anda kontrolü çoğu durumda ulus ötesi yerlere giden bir gözetleme sisteminin nesnesi haline de getiriyor.

Akıllı kentleri bir de kaynak-bölüşüm temelli eleştirinin testine sokalım. Birçok belediye akıllı kent altyapısına çok büyük yatırımlar yapıyor. Büyük paralar harcanıp donanım ve yazılımlar alınıyor. Belediyeler, o donanım ve yazılımları belli aralıklarla yenilemek zorunda kalıyor, bir kez aldığı yazılıma bağımlı hale geliyor.

Bir süredir bu konularda çalışıyorum ve yakınımdaki uzmanlar, akıllı kent adına yapılan bu tür yatırımların dikkate değer bir bölümünün akıllıca olmadığını anlatıyor. Söyledikleri ilginç şeylerden biri, çok küçük harcamalarla belediyelerin kullandıkları yazılımların en az %20’lik bir bölümünü birtakım şirketlerden almak yerine ücretsiz açık yazılım alanından sağlayabilecekleri! Ancak bunu sistematik yapan bir belediye henüz ortada yok. Bu fırsatı dile getirdiğim bazı belediyelerde ise ciddi tasarruf sağlayabilecek bu yönelim pek ilgi görmedi. Kısaca ifade etmek gerekirse; yaşamımızı kolaylaştırmak adına kentlerimizi akıllandırmak için yapılan yatırımlar, belediyelerin kaynaklarını kötü kullanmasına ve bağımlı hale gelmesine yol açıyor.

Toplanan bilgi üzerinde oluşan soru işaretleri ise bir diğer sorun alanı!

Soru şu; durum böyleyken açık erişim gibi bu alanı demokratikleştirebilecek ve kaynak tasarrufu sağlayacak açılımlar niçin önemsenmiyor? Oysa özgün bir yerel yönetim pratiği bu tür arayışlardan çıkacak. Dahası belediye yönetimleri kaynak kullanımı ile özerklik-demokrasi sorununu akılcı biçimde aynı potada erittiğinde yarattığı kentler de akıllı olacak!

Devam edeceğiz…