Bu satırları yazmaya başladığımda 8 Mart sabahıydı. İstanbul’da, her yıl olduğu gibi, Dünya Kadınlar Günü için, kadınların İstiklal Caddesi’ndeki feminist “gece yürüyüşü”nü yapıp yapmadıklarını bilmiyordum henüz. “Akıllı-uslu” evde oturmayıp sokağa çıkacaklarından hiç kuşkum olmasa da.

İstanbul Valiliği’nin, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri dolayısıyla saat 14.00 itibariyle kapatılacak yollar ve alternatif güzergâhları bir gün önceden ilan ettiğini biliyordum ama.

Kadınlar “akıllı-uslu” olsalar, böyle sokaklara çıkıp gürültü yapacaklarına evlerinde otursalar, “kadın olsalar” yani, Simone de Beauvoir’un söylediği anlamda değil de “erkekler”in istediği gibi, pek memnun olurdu dünyanın düzen koyucuları.

Simone de Beauvoir “Kadın doğulmaz, kadın olunur” derken; onların doğdukları andan itibaren içine sokulmaya çalışıldıkları “akıllı-uslu, terbiyeli, hanım hanımcık” kalıbın dışında bir yeri tarif ediyordu.

O “akıllı-uslu kadın” kalıbını kıramayan toplumlarda nasıl bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu anlamak için bize bakmak yeter. Üç aşağı beş yukarı dünyanın hali de bu.

Samsun’un Canik’inde 5 yaşındaki kızının gözleri önünde ve sokak ortasında öldürülesiye dövülmek var o kalıbın içinde…

Sokak ortasında onlarca bıçak darbesiyle katledilmek var… Bir minibüste korkunç bir sona götürülmek… 2020’de bu memlekette katledilen en az 300, bu yılın ilk iki ayında katledilen en az 58 kadından biri olmak var… Evde yaptığınız ağır işin işten sayılmaması var… İşyerlerinde cam tavanlara çarpıp yükselememek var… “Her şeyin başı eğitim”, “eğitim şart” laflarının dillere pelesenk olduğu şu ülkede, en üst eğitim kurumlarında, YÖK’te ya da üniversite rektörleri arasında ancak parmakla gösterilecek kadar olmak var... Aynı işi yaptığınız erkeklerle aynı ücreti alamamak var…

1857’de New York’taki bir tekstil fabrikasında emeklerinin karşılığını alabilmek için greve çıkan işçilere polisin saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından çıkan yangında kurulan barikatlar nedeniyle kaçamamaları sonucunda 128 kadın işçinin yaşamını yitirmesinden bu yana hiç yol alınmadı değil. Alındı.

Ancak, alınan o yolun her adımında “akıllı-uslu” olmayı reddeden kadınların mücadelesi vardır.

“Akıllı-uslu” sayılmamak bazen o kadar kolay ki. Malala Yousafzai, misal; 15 yaşında bir kız çocuğu olarak Pakistan’da bir öğrenci otobüsünde okula gittiği için Taliban’ın “akıllı-uslu” olun kurşunuyla kafasından vurulmuştu. Ölümden dönüp daha güçlü reddetmişti o kalıbı.

Aslında, emeğin cinsiyeti yok. 301 madencinin yaşamını kaybettiği Soma’da, o katliam sonrası “akıllı-uslu” durmayıp protesto ederken tekmelenen madenci erkekti. O tekstil fabrikasında yanan kadınlar gibi, çok erkek emekçi yandı, yanıyor dünyanın dört bir yanında.

Ancak, eşitsizliklerin olduğu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamadığı bir dünyada, kadınlar daha farklı, daha çok, daha korkunç yanıyor!

Kadınıyla erkeğiyle emekçinin yanmaması ona dayatılan “akıllı-uslu” kalıbını reddetmekten geçiyor.

Sözün kadınlara değen kısmını söyleyen de bir kadın, hem de en “akıllı-uslu” olun diyecek pozisyonda bir kadın; 26. ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in yeğeni, 32. ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in kuzeni ve eşi Eleanor Roosevelt. “Akıllı-uslu/terbiyeli kadınlar nadiren tarih yaparlar” demişti.

Avustralyalı feminist, yazar ve aktivist G. D. Anderson da; “Feminizm kadınları güçlü kılmakla ilgili değil. Kadınlar zaten güçlü. Feminizm dünyanın bu gücü algılama biçimini değiştirmekle ilgilidir” der.

Selam olsun, “akıllı-uslu” durmayıp o algıyı değiştirmek için mücadele edenlere!