Anlamsız diye bir şeyin olmadığı gerçeğinden yola çıktığımızda, geriye anlama çabası diye çok zor bir iş kalsa da Aslı Solakoğlu’nun ‘Akıl Deliği: Analepsi’, anlama çabası denen bu zorlu süreci göze almayı fazlasıyla hak ediyor

Aklın deliğinden hafızanın çukuruna

HANİFE ALTUN

Akıl Deliği: Anadipsi, Aslı Solakoğlu’nun NotaBene Yayınları, öykü dizisinden çıkan yeni kitabı. Aynı zamanda Solakoğlu’nun (biri ortak çalışma) yayımlanan dördüncü çalışması. Kitap, toplamda on dokuz öyküden meydana gelmekte. Bu öyküler, her ne kadar tek başına ayrı birer öyküyse de, kurgu ustalıklı bir bütünlük içermekte. (Bu noktada, öyküler yerine, bölümlere ayrılmış uzun bir hikâye/anlatı tanımı daha uygun olacaktır belki de.)

Solakoğlu, anlatısının meselesini, öznenin, (Ben=Özne) nesneyle (Kimlik=Nesne) karşılaşması, çarpışması, parçalanması ve bu parçalanma sonucu kendini sağaltma çabası üzerine inşa etmekte. Bu parçalanma kitap boyunca somut gösterimler olarak da okurun önüne serilmekte. Daha ben olmanın, ben olarak var olmanın, yaşamanın neliğine ilişkin bir deneyime sahip olmadan, bilinen fakat görünmeyen(!) eller tarafından hayattan koparılan kadınlar, çocuklar, tercihini kadın olmaktan yana kullanmasına izin verilmeyen bireyler… Somut ve gerçek kimlikler olarak karşımıza çıkmakta. Hafızanın çukuruna açılan o akıl deliğinden okura; biz buradayız. Öldük. Bundan böyle ebediyen ve sadece adlarımızla yaşayacağız, diye seslenmekte.

Kitabın ilk öyküsü yokluğu imleyen bir adla başlıyor. Yokluk ön planda ve görünür değil. Yokluğun meydana getirdiği hal ‘Anadipsi’: Şiddetli susuzluk olarak aktarılmakta. Yazar, yokluğu dillendirmekten kaçınıp, yokluk sonucu meydana gelen bir durumun varlığından söz etmeyi seçmiş. Solakoğlu’nun metinlerini, sebepten ziyade sonucu odağa koyan ve şiirden ses alan metinler olarak tanımlamak mümkün. Dildeki ritim, ahenk ve anlam bütünlüğüne ilişkin yapıyı, bir duvar ustasının emeği ve bilgisine eş değer olarak yorumlamak yanlış bir tanım olmayacaktır.

İyileşmenin tarifiyle açılan ‘Toz Duman. İlk Olan: Mat’ adlı öyküsünün girişinde; yazar, okura şunları söylüyor:

“Kabuğundan soyunur. Sertliğinden kurtulur. Yumuşarken iyileşir et, kabarır. Dikiş çizgisinin hemen altında bir solucan yatıyormuş kadar yükselir. Yükselir, iner. Yükselir, iner. İyileşmek tuhaftır.

Kımıldanır içindeki. Oynaşır kendisiyle. Yuvasından dışarı çıkma hevesi solucanındır. Deri, gerçekte bir kabuk olduğunu ancak anlamıştır. Anlamış mıdır? Gerilir, şişer, morarır. Çabalar. Yine de eski haline dönemez. Eski ölüdür. İyileşmek tuhaftır.”

Anlatım, sanki okura, yaranın iyileşmeye dair çabasının anbean kaydedilip, montajlanmasından oluşan görüntüler toplamından bir kesit sunmakta.

Akıl Deliği: Anadipsi, birbirinden ayrı fakat birbiriyle ilintili öyküler toplamında, hacim olarak ince bir kitap. İçerikse bu hacimle tezat oluşturmakta. Kahramanların ağzından birer cümlelik aktarımlar şeklinde kurulmuş öyküler/bölümler kendini çoğaltan, uzun uzun anlatmayı anlamsız kılan satırlar olarak karşımıza çıkmakta. Zira bu kahramanlar, yokluklarıyla var olan kimseler. Kelimeleri seyreltilmiş, çok uzun, çok büyük hikâyelere sahipler. Bu ‘öykü kişilerinin’ ortak özellikleriyse; aklın deliğinden hafızanın çukuruna yuvarlayıp, üstlerini unutkanlığımızla örttüğümüz, yakın tarihimizden gerçek isimler olmaları.

Öykülerin (ana öyküler) geneli birkaç sayfa uzunluğunda ve hepsinin bitiminde, sadece bir isim ve bir cümleyle kurulmuş birer öykü yer almakta, bu isimlerin hikâyelerini bulmak göreviyse okura düşmekte. (Ki; pek çoğu aramaya gerek kalmadan anımsanacak isimler) Yazar da kurgu olmayan, bu gerçek kişilerin hikâyelerine ilişkin ipuçlarını bir cümlelik anlatımlarla dile getirmekte, bir nevi hikâyenin içinden bir cümleyi spota çıkarmakta.

Tıpkı, tecavüze uğradıktan sonra öldürülen, öldürüldükten sonra yakılan, yanmış cesedi ağaçlık arazide bulunan trans kadın Hande Kader’in adını taşıyan öyküde olduğu gibi.

“Hande Kader: Önce yüreğim yandı. Yüreğim yandı sonra.”

Ya da adını Ahmet Yıldız’dan alan öyküde olduğu gibi.

“Ahmet Yıldız: Babalar hep baba. Onlar büyük ses.”

Ahmet Yıldız’ın hikâyesini araştırmak da yine okurun ödevi olsun.

Kitapta dikkat çeken bir diğer detaysa, uzun olan (ana) öykülerin sonunda hep, bir anneye seslenişin olması. Kitap boyunca birbirinden farklı bir sürü anne, bir anlamda ‘anneler parçacıkları.’ Bu anne parçacıklarının toplamından bütün bir anne inşa etme çabasının, bir sığınak arayışına denk geldiği söylenebilir. Varlığı içine alan büyüten ve dışarı salan ‘rahim’ imgesi, kaybedilmiş huzurun, minimal yaşam konforundan dahi mahrum bir hayatın, korunak alanı arayışı olarak karşımıza çıkmakta. Kadının, anneden el alan ve sonsuz bir döngü içinde kendini yeniden var etme, doğruma gücüyle; kadının ve annenin sosyal yaşamda yüz yüze kaldığı zorluklar, açmazlar karşısında zaman zaman düştüğü aczi, hikâyelerin arka fonunda eşzamanlı birer örüntüde akmakta.

‘Güzel Hücre’ öyküsünde eril kudret ve kadın doğasında var olan yabanıl, içgüdüsel kuvvet, rüya vasıtasıyla duvarda oynaşan gölgeler olarak karşımıza çıkmakta. Bu gölgeler, kadının doğasından kaynaklı yabanıl ve ölçüsüz gücün, gerçek hayatta mutlak güç sahibi erkekle giriştiği mücadelenin ‘dalaşın’ birer temsili olarak, bilinçdışı alanda zuhur etmekte. Yılan imgesiyle sevişen kadının finalde gevşeyip, rahatlayan bedeni, aslında kendi içinde saklı güçten aldığı elle kendini yeniden sağaltması, yeniden doğurmasına bir gönderme olarak karşımıza çıkmakta.

“Çıplak ayakların sargı bezinin üzerinden geçti. Yemeninin üzerinde durdu. Duvarla, duvarda hâlâ kıpırdayan yılan gölgesiyle burun buruna geldin. Gölgen, gölgesi üzerine düştü. Titreştiniz, iç içe geçtiniz. Ah!

Kimsin?

Ev iyenim.

Bir yılan?

Çoğunlukla bir kadın, bazen bir yılan. Merhaba!”

‘Anadipsi’yle başlayan kitap; canlanmak, yeniden ayağa kalkmak anlamını içeren ‘Analepsi’yle bitmekte. Bir yokluk hâlini dillendirmekten kaçınarak, bu yokluk sebebiyle var olan sonuçtan söz etmeyi seçen Solakoğlu, finalde “Analepsi” diyerek, yokluğun sonucu ortaya çıkan güç durumun üstesinden gelindiğini de imlemekte. Okur, anlatı boyunca bir yaranın, iyiliğe/şifaya evrilen sağalma yolculuğuna tanıklık etmekte.

‘Akıl Deliği: Analepsi’ okura, kolay bir okuma deneyimi vadetmiyor. Anlamsız diye bir şeyin olmadığı gerçeğinden yola çıktığımızda, geriye anlama çabası diye çok zor bir iş kalsa da “Akıl Deliği: Analepsi”, anlama çabası denen bu zorlu süreci göze almayı fazlasıyla hak ediyor.