Bienal olarak adlandırılan sergi biçiminin izleyicinin alımlamasını zorlayan bir hacmi olduğundan, sınırlı ziyaret saatleri dahilinde...

Bienal olarak adlandırılan sergi biçiminin izleyicinin alımlamasını zorlayan bir hacmi olduğundan, sınırlı ziyaret saatleri dahilinde hazmı zor bir izleme ritmini dayatmasından bahsetmiştim geçen haftaki yazımda.

10. İstanbul Bienali'nin küratörlüğünü üstlenen Hou Hanru bu türden sorunları hafifletmek, içeriği okunur kılmak üzere sergi mekânı olarak seçilen alanları tematik başlıklar altında düzenlenlemiş. Seçilen mekânlar arasındaki tutarlılığı ait oldukları mimari doku kuruyor; tümü de modernleşme çabalarının ya da doğrudan modernist estetiğin yansıması olarak nitelenebilecek yapılar; ve bunların önemli bölümünün ortadan kaldırılmasına yönelik planlar gündemi halen meşgul ediyor.

Hanru yaptığı mekân seçimleriyle bir yandan üzerinde çalışabileceği bir tarihsel dönemi paranteze alıyor, diğer yandan da Bienal'i doğrudan güncel tartışmaların içine oturtuyor. Özellikle 'Yakmalı mı? Yakmamalı mı?' başlığıyla değerlendirilen AKM aracılığıyla toplumsal ve siyasal değişimlerin mimari üzerindeki yansımaları üzerinde yoğunlaşılıyor.

Hou Hanru'nun küratöryel kariyeri önemli ölçüde batı-dışı modernlikleri, özellikle Asya'nın Pasifik kıyısında yaşanan hızlı dönüşümleri incelediği sergiler sayesinde sivrildi. Katalog metninde de Hanru İstanbul Bienali aracılığıyla Türkiye Cumhuriyeti Projesi'ni özgül bir modernleşme hikâyesi olarak okuduğunu belli ediyor. Ne var ki, AKM'ye yerleştirdiği güncel sanat çalışmalarıyla binanın ya da İstanbul'un özgüllüğünü öne çıkarma yoluna gitmiyor. Tam tersine, birbirinden farklı coğrafya ve dönemleri konu alan çalışmalar mo-demizme ve ona eşlik eden mimari pratiklere dair genel bir resim ortaya koyuyor. Devlet sosyalizmi deneyimini yaşamış yerlerden [Ag-hasyan, Krottendorfer, Yoneda], modernizmi kapitalizmin itici gücüyle deneyimlemiş coğrafyalara [Komarov, Fischer ve El Sani, Davenport], uluslararası kurumlardan [Faust] tanımlanmadan bırakılmış mekânlara [Hüner] uzanan yelpaze küresel bir perspektif ortaya koyuyor. Els Opsomer'in AKM'nin geçmişine dair hazırladığı enformasyon masası dışında binanın kendisini konu alan başka bir yapıt yok. Bu tercihin getirişi şu: yerel izleyici Türkiye coğrafyasının narsizminden, miyopluğundan, kendi içine kapanıklığından dışarı çıkarılıyor; başka coğrafyalarda yaşanmış modernlik deneyimleriyle kendisininki arasında benzerlikler bulmaya davet ediliyor.

Öte yandan kullanılan bu küresel ölçek problemli biçimde ele alınıyor. Modernist mimari ve estetik bütünüyle kavranılabilecek, çerçevelenmiş bir olgu olarak ortaya konuyor. Şeffaflık yanılsaması [Komarov], yabancılaşma [Fischer ve El Sani], benzer şiddete sahip isyan duygularını tetikleyen ezicilik [Davenport], doğaya karşı küstah büyüksenmeler [Xu Zhen] ve tahribat [Hüner] gibi değiniler, modernizme sosyal bilimler alanında getirilmiş eleştirilere paralel biçimde yanyana diziliyor. Çoktan geçmişe gömülmüş bir ergenlik kaprisine bakılıyor, bir sanrıya veda ediliyor sanki. Modernizmin bütünlük arayan ve dayatan biçimlerini kesintiye uğratmış, ondan kaçmayı başarabil(en/ecek)miş örnekler gözardı ediliyor. Modernist estetiğin soğukluğunu öne çıkaran işler seçildiği için mimarinin ölçeğinde kalınıyor; insan ölçeğine inilmiyor; edimsel olan ihmal ediliyor (belki Erdem Hel-vacıoğlu'nun AKM'nin geniş pencerelerine yaydığı ve farklı insanların Taksim Meyda-nı'na dair hatırladıklarını yansıtan ses yerleştirmesi bunun tek istisnası). Hanru'nun katalogda değindiği neoliberal ideolojinin dayattığı dönüşümü eleştirel biçimde ele alan herhangi bir çalışma da seçkiye dahil edilmemiş.

Sonuçta nostaljiye takılan bir resim çıkmış ortaya. Üstelik Bienal başlığında kullanılan 'iyimserlik' mottosunun AKM'ye yansıdığını söylemek de zor -Didier Faustino'nun Avrupa'nın sürekli olarak yeniden inşa edilebileceğine dair yerleştirmesi yine bir istisna olarak AKM'nin girişinde yer alıyor.

Zihinlerde açtığı bu türden soru işaretlerinin yanında Bienal'in AKM kanadı okunabilir bir argüman taşımasıyla diğer sergi mekânlarından ayrılıyor; ilginç çalışmalar içeriyor; içinde yer aldığı mekânla cebelleşme cesaretini gösteriyor; izleyicinin ona yeni bir gözle bakmasını sağlıyor.