AKP ülkenin tüm ayarlarını değiştirmiş ve dünya hukuk liginde neredeyse sonuncu sıralara göndermişken AKP’den yeni açılımlar beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır. Adalete ve özgürlüğe açlıkla sınandığımız şu günlerde, AKP değil bizim mücadelemiz yeni açılımları getirecektir.

AKP’den reform beklemek eşyanın tabiatına aykırı

Efkan Bolaç

“İktidar güçlerinin tek kişi veya
organda toplanması zulmün kaynağıdır.”

Montesquieu

3 Kasım 2002 seçimleri sonrası yenilik vaat eden ve halkın özlemini çektiği pek çok konuda samimi bir şekilde düzenlemeler yapacağını söyleyen ve henüz 1 yaşını bile tamamlamamış AKP seçimi kazandı ve Meclis’te tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağladı. Hatta dört sandalye daha alsaydı Anayasa'yı dahi tek başına değiştirebilecek sayıya ulaşabilirdi.

Elbette bu durum pek çok şeyle açıklanabilir. Ama en kuvvetli sebep; ekonomik kriz sonrası halkın iktidarda olan tüm partileri cezalandırmak istemesi ve bir önceki seçimde baraj altı kalıp Meclis dışında olan CHP ile yeni kurulan bir parti olan AKP’ye şans tanıması olarak görülebilir.

Bunu Versay Anlaşması'nın ardından, Almanya’da yaşanan ekonomik çöküntü ve büyük sıkıntılar sonrasında, beslenen milliyetçi damarla da Alman halkının Nazilere şans vermesine benzetebiliriz. Tek farkla; AKP tam tersi bir söylemle iktidara geldi, AKP seçim propagandasında şeffaf, liyakate değer veren, vesayeti ortadan kaldıracağını söyleyen ve adındaki adalet ve kalkınmayı gerçekleştireceğini vaat etti. Asla gizli bir ajandalarının olmadığını, demokratik laik Cumhuriyet'in tüm ilkelerini benimsediğini söyledi.

3 Kasım 2002 sonrasında, yasağı sebebiyle seçimlere katılamayan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, balkon konuşmasında “yakın ışıkları” diyerek gün ışığında siyaset yapacaklarını ve bugünün büyük bir başlangıç olacağını söyledi. En büyük vaatlerinden biri de “3Y” ile mücadeleydi, yani YOLSUZLUK, YASAKLAR VE YOKSULLUK…

Tek başına iktidar olan AKP, 2007 yılına kadar AB tam üyelik niyeti ile uğraştı. Uyum süreci içinde pek çok müzakereleri kapatarak ve gerekli kriterlerle ilgili düzenlemeleri rahatlıkla geçirdi.

O kadar hızlı oldu ki bu süreç, 2004 yılı sonuna kadar sekiz uyum paketi Meclis’e geldi, yasalaştı.

2007 yılının nisan ayındaki postmodern darbe girişimi diğer bir deyişle e- muhtıra sonrası AKP erken seçime giderek ve güven tazeledi. Oyları yüzde 46.58’e çıktı. Ama bir önceki seçimde yüzde 34’le aldığı 363 milletvekilini yakalayamadı ve 341 milletvekiliyle Meclis'te temsil edildi.

2007 seçimleri sonrasındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerini de belirleyen AKP bu süreçten sonra biraz yavaşladı ve nihayetinde 12 Eylül 2010 referandum sürecine kadar neredeyse hiçbir yeni paket açıklamadan ve hatta Ergenekon sürecini başlatarak, yeni bir tasfiye hareketine girerek gizli koalisyon ortağı olan Gülen cemaatinin elemanları için devlette yer açmanın hesaplarını yapmaya başladı.

2010 referandumuyla büyük bir güç kazanan AKP ve koalisyon ortağı bu saatten sonra yargıyı domine eder hale geldi ve 3 Kasım 2002 vaatlerinin tersini yapmaya başladı. Bu saatten sonra AKP artık demokrasi tramvayından indi ve hatta tramvaya ihtiyaç duymaz hale gelmiştir. Ancak koalisyon 2013 yılında çatırdayarak önce MİT krizi, arkasından 17/25 Aralık süreciyle beraber cemaat AKP kardeşliğini bitirdi.

17/25 Aralık sürecini atlatan AKP hemen ceza kanununda değişikliğe giderek özel yetkili mahkemeleri dağıtıp HSK seçimleri için hazırlığa başladı. HSK seçimlerini de alan AKP bu saatten sonra hiçbir şekilde durdurulamaz hale geldi. 2015 seçimini kaybetmesine rağmen bunu kabul etmedi. Muhalefeti sıkıştırarak ve cumhurbaşkanlığı makamını da kullanarak seçimleri yeniletti ve yeni bir koalisyon ortağı alıp 1 Kasım 2015 seçimlerinden de çıkmayı başardı

Ve artık AKP bir parti olmaktan çıkarak keyfi ve kişiler için düzenleme yapabilen ve devlet geleneklerini hiçe sayarak tüm işleyişi değiştiren bir sürece girdi. 15 Temmuz Darbe Girişimi ise AKP liderinin deyimiyle “Allahın bir lütfu” olarak değerlendirildi. Cemaatle mücadele adına tüm muhalif yapılar susturuldu ya da işlevsiz hale getirildi.

İlan edilen OHAL’le birlikte kimsenin güvencesi kalmadı. Pek çok hak ve özgürlük askıya alındı. Yargı ve emniyette, AKP mülakatını geçenlerin yer bulabildiği hatta AKP’li pek çok yöneticinin atandığı iddia edildi.

OHAL süreci içerisinde devletin tüm olanaklarını kullanan AKP, rejimi değiştirme adına bir adım attı ve cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi adında dünyada uygulaması olamayan otokrat bir sistemi hayata geçirmek için harekete geçirdi. OHAL denilen şey, devletin enfeksiyon kapması ve hastalanması sonrası nekahat sürecidir. Bu süreçler içerisinde iyileşme adımları dışında adımların atılmaması ve acil durumlar dışında işlem yapılamaması gerekirken, referandum yapılarak rejim değiştirildi.

Referandum sürecinde devletin tüm olanaklarını kullanan ve halen tarafsız olması gereken Tayyip Erdoğan il il gezerek AKPye oy istedi ve devletin tüm olanaklarıyla evet için çalıştı. Ve nihayetinde seçimi kaybetmiş olmasına rağmen son dakika “YSK” kararıyla mühürsüz oy ve pusulaların kabul edilmesiyle yargı tarafından seçimin sonucu değiştirildi. “Tarafsız Cumhurbaşkanı” Tayyip Erdoğan’ın “ Atı alan üsküdar’ı geçti” demesi durumun vahametini anlatan cümle olarak akıllara kazındı.

Bunları neden anlanıyorsunuz derseniz; sevgili Mustafa Hoş’un da dediği üzere “ neoTürkiye’nin panzehiri hafızadır” sözüne inandığımdan. Unutmak alışmaya sebep olur.

Şimdi gelelim meramımıza:

AKP hem pandemi süreciyle baş edememesi hem de devasa bir ekonomik krizle karşı karşıya olması sebebiyle bir şeyler yapmak zorunda olduğunun farkına vardı. Ancak bu süreç AKP açısından reformla kurtarılabilecek bir süreç olmayıp varlık yokluk sürecine evrilebilecek bir süreçtir. AKP, ülkede iktidara mahkûm olan tek partidir. AKP bilmektedir ki; bu kadar hesapsız, kitapsız ve kanunsuz yapılan işler gücü kaybettiğinde hesabı sorulacak birer dava olarak karşısına çıkacaktır. Cumhuriyet tarihinin en büyük yıkımı karşımızda dururken ilginçtir Cumhuriyet tarihinin en güçlü iktidarı da karşımızda durmaktadır. Bu toprakların görüp görebileceği en vasat, popülist otoriter iktidar ülkedeki her şeyi ayırmakta ve bu ayrımdan nemalanarak kendisine karşı yapıların bir araya gelmesini engellemeye çalışmaktadır. İktidarın bu politikası beraberinde muhalefeti de etkilemekte ve muhalefetin kendi içerisindeki tartışmaları AKP’nin gücünün devamını sağlamaktadır. Ancak deniz bitmiş ve bu ayrıştırma beraberinde bir yeni oluşumu da getirmiş/getirmek zorunda kalmıştır.

Popülist otoriter sistem tüm beceriksizliğini ve vasatlığını milliyetçilik, din ve toplumsal ayrıştırmalarla kapatmış ver yeni bir oluşuma izin vermemek için her şeyi yapmıştır.

Tüm bu özetle anlatmak istediğim şey AKP’nin hukuk, demokrasi reformu yapamayacağını anlatmak içindir. Kendi iktidarının devamı için her şeyi yapabilecek bir iktidarın bu nimetlerden vazgeçmesi, hukuk ve insan hakları konusunda adım atması mümkün değildir. Öncelikli olarak yarattığı cumhurbaşkanlığı ucube sistemi sebebiyle herhangi bir yetkinin veya gücün paylaşılmasının imkanı yoktur. 1 Mart 2015 yılında BirGün gazetesinde çıkan yazımda da belirttiğim üzere AKP'nin niyeti demokrasi değildir:

“Açıkça ifade etmek lazım ki; AKP iktidarına polis devleti yetmemektedir, açık faşizm istemektedir. Bu anlamda polis devleti, istihbarat devleti vs. gibi tanımlamalar yanlıştır” (yazının tamamı için https://www.birgun.net/haber/polis-devletinden-majestelerinin-devletine-75886 )

AKP ülkenin tüm ayarlarını değiştirmiş ve dünya hukuk liginde neredeyse sonuncu sıralara göndermişken AKP’den yeni açılımlar beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarını dahi uygulamayan, AİHM kararları öncesinde "AİHM'nin verdiği kararlar bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz" açıklamasının rahatça yapıldığı bir ülkede iktidar partisinin bu nimetlerden vazgeçeceğini beklemek safdilliktir.

Adalete ve özgürlüğe açlıkla sınandığımız şu günlerde, AKP değil bizim mücadelemiz yeni açılımları getirecektir.