Ünlü toplumbilimci Max Weber, “Devleti devlet yapan meşru şiddetin tekelini elinde tutmasıdır” der. İlk bakışta yüzeysel gelen bu tanımlama aslında karmaşık bir sürece işaret etmektedir.

Şiddet tekelinin devlet elinde tutulması sadece devleti oluşturan gücün rakiplerine kendi otoritesini dayatması anlamına gelmez. Aynı zamanda toplumun bu otoriteyi tanıması ve şiddetten arındırılmasıyla ilişkilidir.

Tarihsel deneyimler gösteriyor ki, uygarlaşma olarak da adlandırılan bu süreç şiddetin kontrolü açısından hiç de sanıldığı gibi işlemiyor. Sık sık şiddet kullanımının gelişigüzelleşmesi ve devlet etrafında ve dışında, konumu muğlak ya da karanlık kurum ve aktörler tarafından kullanılmasına şahit oluyoruz. Ancak bundan daha da önemlisi, toplumsal ve hukuki kontrolden yoksun koşullarda devlet gücünü kullananlar, şiddeti meşru olmayan ve keyfi biçimlerde kullanmaya meylediyorlar.

Türkiye AKP iktidarı altında bugün bu durumun ağır bir örneğini yaşıyor. Şiddetin her yerden fışkırdığı bir durumla karşı karşıyayız. Kanımca, bu sürecin en dramatik biçimde kendini gösterdiği yerlerden biri kent planlamasıdır.

İnsanlara, “bu evin üzerinden yol geçireceğim, seni de şuraya atıyorum” diyebilmeye olanak sağlayan bir aracın şiddet yüklü olmadığı söylenebilir mi? “Parkı kaldırıyorum, yerine alışveriş merkezi yapıyorum” derken de, “korunun yerine cami koyacağını” tebliğ ederken de, ilgili yerel otorite planlama aracılığıyla hem topluma hem de doğaya bir şiddet uyguluyor!

Nedir planlama gibi güçlü bir şiddet aracının devlet aktörlerince bu biçimde kullanılmasına olanak sağlayan? Yanıt açık; bu tür şiddet içeren bir müdahale, devletin meşru şiddet kullanımı kapsamında sayılıyor. Varsayılıyor ki bu müdahaleler aracılığıyla kentlerimizde yaşam daha kolay hale gelecek, bir yerden diğerine daha çabuk erişeceğiz, kısaca planlama kentleri kamu yararına şekillendirecek!

Son dönem tartışmaya konu olan düzenlemelerin, onlara gerekçe oluşturan plan değişikliklerinin hangisinde kamu yararı var sorusunu sormanın kendisi abesle iştigal. Gezi Parkı’nın yerine dikilmek istenen alışveriş merkezlerinden İstanbul’da kaç tane olduğunun sayısı kaçmış durumda. Ama parkların sayısının giderek azaldığını biliyoruz. Son örnek Validebağ Korusu! Her yerden fışkıran camiler karşısında, kaç tane koru kalmış İstanbul’da?

Ankara’nın durumu siyaseten daha yüksek dozajlı! Ülkenin ilk Cumhurbaşkanı’nın Ankara ve Türkiye’ye kazandırdığı Atatürk Orman Çiftliği, son Cumhurbaşkanı marifetiyle tahrip edilmiş bulunuyor.

Ne var ki, bu uygulamaların hepsine altyapı oluşturan planlama kararları yargıya bir biçimde toslamış durumda. Yani, devlet planlama denen şiddeti uygularken meşru sınırların dışına taşmış. Bu durum karşısında devletin en tepesi Aksaray’da mahkeme kararını dinlemeyeceğini söylemişti, Gezi Parkı’nda ve birçok başka örnekte söylediği gibi.

Kısaca en tepeden başlayarak planlama yetkisini elinde tutan bu iktidar diyor ki; “Ben şiddetin tekelini elimde tutuyorum, meşru olması gibi bir derdim yok.”

İyi de, eğer devleti devlet yapan meşru şiddetin tekelini elinde tutmak değilse, nedir devleti devlet yapan?