AKP dış politikasında yükseklik sarhoşluğu

akp-dis-politikasinda-yukseklik-sarhoslugu-57177-1.Dış politika bir devletin diğer devlet(ler)e ve sınırları dışında kalan uluslararası alana yönelik imkân ve kapasitesi içinde izlediği siyasettir. Türkiye’nin dış politikası özellikle Arap İsyanlarıyla birlikte bu tanıma karşı çıkan, “Stratejik Derinlik” adı altında yeni bir arayışa yöneldi. Ulus devletin ve sınırların artık anlamsız olduğunu ısrarla vurgulayan AKP’nin dış politika eliti, “İslam coğrafyasının” Türkiye liderliğinde birleşeceği pan-İslamcı bir medeniyet tahayyülünü pratiğe geçirmeye çalışmak için kolları sıvadı. Ortadoğu’daki tüm ulus devletlerin ve bunları yöneten monarşi ve askeri/bürokratik iktidarların yapay olduğunu iddia eden Davutoğlu, halkların desteğiyle iktidarı ele geçirecek İhvan kökeninden gelen İslamcı oluşumlarla yeni bir Ortadoğu hayalini kurdu. Başta Davutoğlu olmak üzere İbrahim Kalın, Taha Özhan gibi önde gelen akademi kökenli isimler, pan-islamcı hayalleri “bilimsel” gerçeklik olarak ortaya kondu. Türkiye dış politikasını çöküşe götüren AKP elitlerinin eserlerine eleştirel bir gözle bakıldığında “bilimsel” açıdan çok ciddi sorunlar olduğu ve geldiğimiz noktanın hiç de şaşırtıcı olmadığı anlaşılıyor.

Davutoğlu’nun kurgusu

Davutoğlu 2011’de mecliste yaptığı konuşmada “Türkiye’yi küresel bir aktör haline getirmek için bu Stratejik Derinliği uygulamaya çalışıyoruz” diyerek kitabını “her gün gerçekleştirmeye çalıştığımız dış politikanın esası” olarak tanımladı. Davutoğlu akademisyen ve bilim insanı kimliğinin altını sürekli çizen bir siyasetçi. Bu sayede kendi kurguladığı dış politikaya ve eseri Stratejik Derinlik’e bilimsel meşruiyet devşiriyor. Ancak bir akademisyen olarak 2002 öncesinde Sosyal Bilimler Atıf İndeksinde (SSCI) yer alan hakemli akademik dergilerde yayınlanan tek bir makalesi yok. Dahası bilimsel ve akademik çalışma olarak altını çizdiği Stratejik Derinlik’e; Yeni Şafak, Çerçeve, Aksiyon, İzlenim gibi İslamcı gazete ve dergilerde 1990’larda yayınlanan 20’den fazla köşe yazısını ya olduğu gibi ya da çok ufak değişikliklerle aynen koymakta beis görmemiş. Stratejik Derinlik’in sorunları bunlarla sınırlı değil. Türkiye’yi “küresel güç” yapacağını iddia eden kitap, Batının 1945 öncesi emperyal yayılmacı teorilerini referans alıyor. Davutoğlu Uluslararası İlişkiler disiplininde geçerliliğini yitirmiş arkaik teorileri; Lebensraum (hayat alanı), Mittellage (merkez konum) gibi 1930’ların Almanya’sına damga vurmuş kavramları Türkiye dış politikasına uyarlamaktan çekinmemiş. Stratejik Derinlik Türkiye ve dünyaya vahim derecede sorunlu bir açıdan bakıyor. Yarım asırlık Avrupa Birliği’ni Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun dirilişi olarak nitelendirmekte, sınırları geçersiz kılarak İslam dünyasının birleşeceğini hedeflemekte sorun görmüyor. Lebensraum olarak tanımlanan “Ortadoğu’nun sahibi, öncüsü” olarak çıkılan yolda bugün Türkiye sınırlarını korumaktan aciz durumda. Öyle ki Türkiye’nin sınırları dışında kalan tek toprağı Süleyman Şah türbesini terk etmekte, Lebensraum hayalleri kuran Davutoğlu hükümetine nasip oldu.

Emperyal vizyonu sahiplenen bir diğer isim Cumhurbaşkanlığı sözcüsü olan İbrahim Kalın. 2009’da yazdığı makalesinde Türkiye’yi “ulus devletten büyük imparatorluktan küçük” olarak tanımlayan Kalın, “Türkiye’nin bir imparatorluğun varisi olmanın bilinciyle hareket ederek” dış politikasını belirlemesini istiyor. Davutoğlu ve Kalın başta olmak üzere AKP’nin dış politika elitleri, Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısı olmanın özgüveniyle hareket ettiklerinin altını sürekli çiziyor. Öyle ki bu kendine aşırı özgüven, zaman zaman ciddi hatalar yapmalarına neden oluyor. Kalın’ın tıpkı Stratejik Derinlik gibi Küre Yayınlarından çıkan Akıl ve Erdem: Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi başlıklı kitabı, Tanzimat sonrası modernleşmeye ciddi eleştiriler getiriyor. Kitap, “Müslüman olmanın etnisite-ötesi, enternasyonal, ve ümmetçi yapısı” terk edildi diyerek Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte her alanda “ölçek küçülmesi” yaşandığı iddiasında. Ancak Kalın genellemelerle yazarken ciddi hatalar yaptığının farkında bile değil.

Örnek vermek gerekirse Yusuf Akçura’nın “Üç Tarzı Siyaset” makalesinde Osmanlıcılık olarak yer alan ideolojiyi Batıcılık sanıyor ve analizlerini Yusuf Akçura sanki Batıcılık üzerinden bir değerlendirme yapmış gibi şekillendiriyor (s.61). Tabii Kalın’ın kitabında “Üç Tarzı Siyaset”e referans verilmediğini belirtelim. Kalın Akçura’nın Osmanlıcılık ideolojisini değil de Batıcılığı değerlendirdiğinden o kadar emin ki, “Üç Tarzı Siyaset”i açıp bakma gereği bile hissetmemiş.

Son olarak İslamcıların Kemalizm’e karşı savaşan Don Kişot’u olarak tanımlanabilecek eski SETA Başkanı, Davutoğlu’nun danışmanı ve şimdi milletvekili olan Taha Özhan’a bakalım. Özhan hemen her yazısında Kemalizm’e değinmeden edemeyen bir “akademik birikime” sahip. 2002’ye kadar görev yapmış tüm hükümetleri Kemalist olarak nitelendirip tarihin çöp sepetine atmaktan kaçınmayan Özhan, hızını alamadığı zamanlarda Selahattin Demirtaş’ı Kürt Kemalist’i, Beşar Esad’ı Arap Kemalist’i olarak damgalamaktan kaçınmıyor. AKP; Türkiye ve Ortadoğu’yu ele geçirmiş Kemalistlere karşı ümmet için savaşan bir Don Kişot onun gözünde. 17 Kasım 2012’deki yazısında İhvan’ın iktidara gelmesiyle Ortadoğu’da “Mısır-Türkiye ekseni” hayalini kuran Özhan, İslamcı birlikteliğin bütün bölgeyi değiştireceğini iddia ediyordu. Bugün bu hayallerinin yerinde yeller esiyor.

13 yıllık iktidarın verdiği özgüvenle, “Yeni Türkiye’yi” ilan edenlerin başında gelen Özhan seçimlerin hemen öncesinde siyasi gerçeklerle bağlantısını iyice kopararak, AKP’yi 2071’e kadar iktidarda kalacak “hâkim parti” ilan edenlerdendi. Özhan, seçim öncesinde kaleme aldığı yazılarına bakıp tüm öngörülerinin neden yanlış çıktığını sorgulamak yerine; bugünlerde Star gazetesindeki köşesinden CHP, MHP ve HDP’ye koalisyon üzerine akıl vermekle meşgul.

Özgüven patlaması

AKP elitleri bu özgüven patlaması nedeniyle, kendilerinin mutlak doğruları savunduğuna ve onlara yönelik her türlü eleştirinin gayri meşru olduğuna inanıyor. Milli iradenin tek temsilcisi olduğunu düşünen ve kıyamete kadar iktidarda kalacağına inanan bir siyasi kadro için başka türlüsü mümkün mü? Zaten ancak böyle bir haleti ruhiye 7 Haziran gecesi iktidardan düşmüş Davutoğlu’na “zafer” konuşması yaptırabilirdi.