Hem ‘barış/demokrasi/kardeşlik’ deyip hem de ne yüzde on barajına ne de zorunlu din dersine karşı çıkmayan, ya zihnen çatlak ya da ahlaken yamuktur. Her ikisi de darbe ürünü olan bu iki rezilliğe hem sahip, hem de darbelere/darbecilere karşı çıkıp küfreden birileri varsa, bunlar müptezelin de müptezeli en büyük pisliklerdir.

Yüzde 10 barajıyla gidilecek seçimlerin sonuçları gayri meşrûdur. Siyasal partiler yasası da değiştirilmelidir: Ön seçimsiz, tercihli listesiz bir seçim, milletvekillerini parti liderinin kölesi yapmakta, kendisini milletin vekili olmaktan düşürmektedir. AKP milletvekillerinin, üstü boş kağıda imza atanları, zaten milletvekilliğinden düşmüşlerdir: Vekaletin vekaleti verilmez; ki, bu hukuken suç, siyaseten ihanet, ahlaken de zillettir.

Erdoğan’ın ucubesini yıkmak, bütün Türkiye vatandaşları için bir haysiyet borcudur: Eleman, devletin başkanıdır; ama “hukuk tanımıyorum, yargı kararlarına uymuyorum” demektedir; yani, ‘ali kıran, baş kesen’. Ehliyetsiz araba kullanıp, bebeğini arabasıyla gezdiren kadına çarpıp öldüren cani köpeğin suçu ne; o da Erdoğan gibi, ruhsatsız bir iş yapıyordu.

Erdoğan, katil fırıncıyı da akladı değil, kahraman mevkiine taşıdı; yakında heykelini de diktirtir, ‘darbe’ye tekme attı diye: Esnaf, hem polis, hem hakim, dolayısıyla hem de ceza infaz görevlisi, tabiî bu arada cellat da olacakmış. Burada, tam tamına faşizmle karşı karşıyayızdır.

Erdoğan, hukuk tanımıyor; “yargı kararlarını iplemem” demenin ötesinde yargıyı/danıştayı tanımayın diye yasalar çıkartıyor. Ortada yargı diye bir şey kalmayınca, işin sokağa kalacağını bilip, para-militer örgütlenmelere gidiyor; Ali İsmail’i öldüren ‘fırıncı esnafı’ üzerinden. İşsiz bıraktığı milyonlarca genç ve de AVM’leri aracılığıyla ‘iş yapamaz’ kıldığı esnafı kendi ‘kara’ veya ‘kahverengi’ gömlekli para-militer güçleri, milisleri hâline getirme peşinde.

Yırca’da malk/mülk/üretim aracı zeytinliklerin sahibi insanları darp eden, kelepçeleyen, gaz fişeğiyle yaralayan haydut köpekleri; daha önemlisi, köpeklerin reisleri nerede: Türkiye, yani vatanımız, sadece yaşam alanlarımız/ olanaklarımız/araçlarımıza değil, ırzımıza, namusumuza ve haysiyetimize göz koymuş insan kılıklı çekirgelerin talanına açılmış, ‘seçilmiş’ iktidar tarafından.

Taksim’i meydan, Haydarpaşa’yı gar olmaktan çıkartıp, AOÇ’yi de taş-beton kılanlar, idamlık mücrimlikten de öte, yurdumuzu elimizden alma peşindeki işgalci düşmanlarımızdır.

‘Kadının narin yapısı’ diye söz başlayan ilkelin, bir sonraki adımda ‘kadın, sadece fiziken değil ruhen de narindir, daha bir duyarlıdır, kolayca etkilenir, duygularına kapılır; o yüzden de ağır cezalık davalarda şahitliği erkeğinki kadar geçerli olmamalıdır’ veya ‘acımasız rekabet ortamında erkeklere yem olmasın diye miras esas olarak erkek evlada bırakılmalıdır’ türünden argümanlarla karşımıza çıkmasına şaşırmamalıyız.

RTE’nin şahsında, ‘İnsan’ kavramına ulaşamamış, Aydınlanma öncesi bir arkaiklikle de karşı karşıyayızdır ve de tehlike, biz insanlar için çok büyüktür; zira, her hayvan karşısındaki hayvanın kendi türünden olup olmadığını insiyakî olarak algılar; oysa, siyasal dinci, karşısındaki varlık kendisi gibi insan türünden olsa bile onu, değil kendi din ve mezhebi, kendi cinsiyetinden olmadığı takdirde dahi ‘insan’ olarak kabûl etmez ve kadını ast-yaratık gibi görürken, Kılıçdaroğlu’nu Alevî diye yuhalatıp, Berkin’i de ‘katli vacip terörist’ ilân eder.