Başbakan Tayyip Erdoğan Çin’deyken benzetmek gibi olmasın ama biz de Sinop’taydık. Erdoğan’ın heyetinin bizim heyetle bir ilgisi yok ama peki Çin ile Sinop’un bir ilgisi var mı? Var, hatta Çin ve Sinop en az iki açıdan birbiriyle ilgili görünüyor.

Birincisi; basına yansıyan bilgilere göre, Erdoğan Sinop’ta planlanan nükleer enerji santralının yapımını Çinli şirketlere verecek. Hatta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Türkiye’nin “bu nükleer santral ihalesine iki ay içerisinde karar vereceğini” açıkladı. Çin ve Sinop arasındaki ikinci bağlantı ya da benzerlik ise şu: Sinop başta olmak üzere hemen hemen bütün Karadeniz’de hükümet, Çin ekonomisi uyguluyor. Yani AKP ekonomisi de Çin’deki kadar anti demokratik, Çin’deki kadar baskıcı ve Çin’deki kadar sömürüye dayalı.

“Erdoğan’ın yoldaşları” sadece ‘büyüme’den bahsedip ağızlarının suyu aka aka Çin’e övgüler düzse de, Çin ekonomisinin temel özelliğinin doğa talanı ve insan sömürüsü üzerine kurulmuş olduğunu saklamak mümkün değil. Çin ekonomisinin en önemli özelliği ise, piyasanın ya da üretimin devlet zoruyla oluşturulması ve her türlü sömürünün varlığının polis şiddetiyle devam ettirilmesi.

Evet, Sinop başta olmak üzere bütün Karadeniz’de AKP ekonomisi kelimenin tam anlamıyla doğa talanına, insan sömürüsüne ve polis şiddetine dayanıyor. Yukarıdan aşağıya devlet eliyle örgütlenen ve devlet desteğiyle çalıştırılan sözde özel sektör yatırımlarının hemen hepsi halkın çıkarlarına karşı ve hepsinde de devlet silahlı güçleriyle halkın karşısında şirketlerin yanında yer alıyor.  
 
Erdoğan, her ne kadar Çinlileri Türkiye’ye yatırıma davet etse de; Sinop, Samsun ve Ordu’da yaptığımız kısacık gözlemler bile, zaten AKP ekonomisinin çoktan ‘Çin işi’ bir düzende döndüğünü gösteriyor. AKP’nin bu bölgede uyguladığı serbest piyasa ekonomisi, serbest piyasa veya piyasa demokrasisi tartışmaları bir yana, bildiğiniz devletin taraf olduğu Çin işi piyasa yaratmış.

BirGün TOPLANTISI TERMİK KARŞITI TOPLANTI
BirGün yazarı Selçuk Candansayar ile Sinop’un Gerze ilçesinde 8 Nisan’da bir ‘okur toplantısı’ gerçekleştirdik. Toplantı öncesinde Samsun’u, toplantı sonrasında da Ordu’yu görme imkânımız oldu. Orta Karadeniz’in bu illeri tıpkı Doğu Karadeniz’deki iller gibi, HES’ler, derelerin satılması, termik ve nükleer enerji gibi ‘çılgın projelerle’ boğuşuyor. Bölgedeyken, Erdoğan’ın Çin’e niçin gittiği daha iyi anlaşılıyor: Bölgedeki bütün bu irili ufaklı projeler, azami kâr hırsıyla sanki ‘insansız bölge’ yaratmaya yönelik, devletin halkın karşısında taraf olduğu, dizginlenemez bir biçimde doğayı tahrip eden projeler.

Bu projelerin en önemli özelliği, halkın hiçbir zaman ve hiçbir yerde görüşünün alınmaması, halka ne tür yatırım yapıldığının söylenmemesi ve özel sektör karşısında hakkını arayan insanların karşısına devletin çıkması. Karadeniz’de devlet, kapitalistlerin çıkarı için ekonomiye ve halka müdahale ediyor. Devlet bununla da kalmıyor ve doğayı talan eden herhangi bir özel sektörün büyümesinin bölge insanına refah getireceğini vaat ederek halka zorla benimsetilmesine uğraşıyor. Tabii bu zorlama sonucu AKP’li yeni kapitalist sınıfın kârı, bu kârın üstüne birkaç torba makarna ve kömür koyunca da AKP’nin oyu sürekli artıyor. Pratikte, Çin’deki gibi devlet ve ekonomiyle bütünleşmiş bir tek parti sisteminin oluştuğu taşra da daha net görülüyor. Bunlara birkaç örnek verelim:
 
ŞİRKETİ PROTESTO EDENE DEVLET DAVA AÇIYOR
Bilindiği gibi Anadolu Grubu, Sinop Gerze’ye bir termik santral yapmak için uğraşıyor. Birkaç yıldır bu küçük ilçenin bütün gündemi, planlanan bu termik santral etrafında oluşuyor. Yaklaşık 10 bin nüfuslu Gerze’de sırf bu termik santral dolayısıyla yargılanan 150’nin üstünde insan var. Bazılarına birkaç dava birden açılmış. Açılan davalar arasında şirketle halk arasındaki ihtilaflardan doğan davalardan çok, devletle halk arsındaki anlaşmazlıklardan kaynaklananlar daha fazla görülüyor. Yani devletimiz ve hükümetimiz kimin yanında olduğunu hiçbir şüpheye meydan vermeyecek bir biçimde Gerze’de göstermiş.

Gerze’de devlet memuruna mukavemet, hakaret, toplantı ve gösteri yasasına muhalefet gibi doğrudan hükümetin taraf olduğunu gösteren davalar çoğunlukta. Örneğin termik santral çalışması için köye gelen şirket yetkililerine karşı 5 Eylül 2011 günü eylem yapan Gerzeliler’e polis-jandarma saldırmış, köylüler gözaltına alınmış. İçlerinden biri, Volkan Özcan tam 3 ay jandarmaya taş atmak gibi doğrudan termik santralla ilgili olmayan bir ‘suç’tan tutuklu kalmış.  

Yani yıllardır demokratikleşme ve sivilleşme palavrası atan AKP hükümetinin en azından Gerze’de hiç de ‘sivil’ olmadığını, sivil inisiyatifler, gazlanırken, cop yerken, gözaltında tutulurken ya da çadırları sökülmeye zorlanırken çok iyi görüyor. Demokratik ve sivil bir hükümet, demokratik ve sivil haklarını kullanan Gerze halkına, sırf özel sektörün bir şirketine, bu şirketin bir yatırımına karşı çıktığı için tıpkı Çin’deki gibi her türlü baskıyı reva görüyor. Gerze’de halk, devletin hakem rolü oynamadığını, şirketin yanında aktif tutum aldığını vurguluyor. Gerze halkı hâlâ devletin hakem rolünü oynamasını beklerken, Türk işi demokratik ve sivil hükümet, piyasayı böyle oluşturuyor, Türk işi liberaller insanın yok sayıldığı Çin’e övgü düzüyor. 

BİR DE NÜKLEER RAMPA VAR
       
Bu kadarla da yetinilmiyor elbette. Demokratikliğin ve sivilliğin olmazsa olmaz koşullarından biri sorun sahiplerine, sorundan etkileneceklere ve taban inisiyatiflerine en azından söz hakkı tanımaktır. Ancak, doğanın yağmalandığı Sinop’ta ve Ordu’da halk, başlarına gelen felaketten, felaket gelmeden önce haberdar olamıyor. Haberdar olduktan sonra da hükümeti taraf olarak karşısında buluyor. Örneğin Gerze halkı, kuruluş süreciyle ilgili hiçbir biçimde karar sahibi olamadığı termik santrala karşı mücadele yürütürken, bir yandan da yakında nükleer enerji santralı kurulacağını öğreniyor. Sinop’ta ne nükleerle ne de termikle ilgili kimse halkı doğrudan bilgilendirmiyor. Halk kendilerine doğru bilgi verilmediğinden ve devlet-şirket işbirliği ile bilgilerin karartıldığından da yakınıyor. Elbette, şirketin Gerze’de bir bilgilendirme merkezi var ve bu merkez tahmin edileceği gibi sadece termik santral propagandası yapıyor.

Gerze sokaklarında konuştuğumuz herkes, kendilerinin insan yerine konulmadığından ve devletin de kendilerine karşı olduğundan yakınıyor. ÖDP’ye yakın olduğunu söyleyen Sinoplu bir emekli öğretmen, “Bir de Sinop'a nükleer füze rampası olayı var” diyor.”Bundan hiç haberimiz olmadı. Yerleştirildi mi, yerleşecek mi hiç kimse hiçbir şey bilmiyor… Bizi insan yerine koymuyorlar ki…” CHP’li bir mühendisin harita üzerinde göstererek ileri sürdüğü iddia ise daha korkunç: “Termik santralcı şirket ÇED raporu için haritayı değiştirdi. İncelenen haritada, oradaki köy haritadan silinmiş. Burada yaşayan insanlar yok sayılarak rapor verilecek…” 

IRMAĞI DUVARLARIN İÇİNE ALDILAR

Halka yapılacak yatırımlarla ilgili bilgi verilmemesiyle, halkın hiçe sayılmasıyla ilgili Ordu halkı da çok dertli. Bir yaşlı kadın yıllardır evinin önünden akan Turnasuyu ırmağının, günün birinde nasıl talan edilmeye başlandığını şöyle anlatıyor: 

“75 yaşındayım. Çocuklarım bu ırmakta büyüdü. Bu ırmakta yüzüp balık tuttular. İneklerim bu ırmaktan su içti, bu köyün en güzel yanı bu ırmağın olması. Şimdi hükümet ırmağı bir şirkete satmış. Şirket güya ırmağı ıslah ediyormuş. Irmağın ıslah edilecek neyi var ki? Kendi halinde yıllardır akar durur. Şirket ırmağın etrafına duvarlar çekti. Artık karşıdan karşıya ne bir köpek ne bir inek geçebiliyor. Irmağın iki yakasının birbiriyle ilişkisi kalmadı. Köyün iki yakası birbirine yabancı oldu. Ne yüzülen bir yer kaldı ne de balık yuvaları kaldı. Irmağın yatağı bozulduğu için köyün iki çocuğu boğuldu. Gariban insanların çocuğu olduğu için kimse hesabını sormadı. Raporlar, mahkemeler derken olay uzayıp gitti ve unutuldu. Derdimizi anlatacak kimse yok. Şirket bütün ırmak yatağını taş ocağına çevirdi. Pırıl pırıl akan ırmak yatağı artık çamurlu bir taş ocağı oldu… Hükümet de devlet de şirketten yana. Zaten devlet dediğin artık bu şirket…”  

Yine Ordu’da bir öğretmen şöyle yakınıyor: “Çıkardıkları yasalarda da bizi hiç düşünmüyorlar. Örneğin deniz kenarında bazı yerleri turizm bölgesi ilan etmişler. Oralarda inşaat yasak diyorlar. Bu ne demek biliyor musunuz? Turizm şirketlerine, uluslararası otel zincirlerine tesis ve otel kurmak serbest, orada yaşayan insanların kendi toprakları üzerine küçük bir konut inşa etmeleri yasak… Biz kendi arazimize ev yapamıyoruz. Araziyi büyük şirketlere otel ya da turizm tesisi yapmak için mecburen satacağız. Devlet bizi buna zorluyor. Bu demokrasi mi şimdi?”

ÇILGIN PROJELER VE ÇILGINLIKLAR

Ne köydeki ırmağın duvarlar içine alınıp taş ocağı yapılmasını onaylamayan yaşlı kadın ne de arazisi üzerine ev yapmasına izin verilmeyen öğretmen hakkını nereye anlatacağını bilmiyor. Ama hükümet hız kesmiyor ve çılgın projelerine devam ediyor. Biz Sinop’tayken halk, “Sinop’un yakında ada yapılacağı” çılgın projesiyle dalga geçiyordu. Hükümet, Valinin ağzından açıklandığına göre, Sinop yarımadasını ayırarak Sinop’u bir adaya dönüştürecekmiş ve bu da Sinop’u ‘cazibe merkezi’ haline getirecekmiş. Sinop’ta hiç kimse buna niçin gerek duyulduğunu anlamış değil, herkes bunun neden Sinoplulara sorulmadığını merak ediyor. Çılgın projeler Karadeniz’de başka yerlerde de var. Örneğin Samsun’da hükümetin, suyu az olan ırmakları birbirine bağlayıp sonra toplanan sularla oluşturulan yeni ırmağın üzerine HES yapmak gibi hırslarından bahsediliyor.

Ancak, Karadeniz’de gün geçtikçe daha insani ve doğayı talan etmeden bir proje gerçekleştirmenin imkânı kalmamış gibi. Karadeniz otoyolundan sonra, birçok ilçenin hiçbir anlamı kalmamış. Ordu’nun Perşembe ilçesi, otoyol ilçeyle iki ilin ve diğer ilçelerin ulaşımını kestiği için, önemini yitiren ilçelerden biri. Yoğun göçlerden sonra hâlâ ilçede kalan Perşembeliler, bir çıkış aramaya başlamış. Hükümet, ekonomik değeri olmayan bu ilçeye bir çılgın proje önermediği için onlar da daha makul bir proje gerçekleştirmeye çalışıyor. Proje şu: Perşembe ‘slow city’ -yavaş şehir- olsun!

İlçenin ileri gelenleri, okuryazarları çalışmaya başlamış. Ancak burada da önlerine en önemli sorun olarak yine Karadeniz otoyolu çıkmış. Bu ilçeyle her yerin ulaşımını kesen otoyoldaki Türkiye’nin en uzun tüneli de ilçenin hemen arkasında. Tünelden geçemeyen tüp, benzin gibi patlayıcı ve yanıcı madde kamyonları bu ilçeden geçiyor. Konuyla ilgilenen bir öğretmen, “Ben kurallara baktım. Bu kamyonlar ilçeden geçtiği müddetçe ‘slow city’ olamıyormuşuz. Biz artık bu ilçede hiç bir şey olamıyormuşuz. Hayattayken bunu da öğrendik” diyor.

SOL VE BÜYÜME
Sol, Başbakan Erdoğan’ın Çin ziyaretine övgü düzmek yerine, her iki ülkenin ekonomilerinin özünde talan ve sömürüye dayalı olduğunu çok kolayca görebilir. Ancak, örneğin Karadeniz’de az da olsa, ‘deniz doldurularak yapılacak ilk havaalanı olan Ordu havaalanını’ ve onu yapan AKP’yi öven ‘kontrolsüz büyümeci bir sol’ olduğunu da görmek mümkün. Burada savunulan kontrollü ve stratejik bir büyüme ile daha sosyal ve ekolojik bir gelişimin yakalanacağı değil. Bu sol, AKP projelerine bakarken, inşaat yeri seyretmekten zevk alan insanların şuursuzluğu içinde de değil. Bu solun asıl amacı, yağmalasa da, sömürse de, doğayı tahrip etse de AKP’nin hızının kesilmemesi, şevkinin kırılmaması.

Ama yine de başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak gerekiyor. Her şey eski solcuların söylediği gibi değil. Okur Toplantısı sonrasında gençlerle sohbet ederken Gençlik Muhalefeti üyesi liseli bir genç, aynen şunları söyledi: “Siz de birçokları gibi, nükleer enerji ya da termik enerji santralları yerine temiz enerjiyi öneriyorsunuz. Temiz enerji dediğiniz güneş ve rüzgâr enerjisi, kapitalist kâr amacıyla üretilirse, hâlâ temiz enerji sayılmaz ki. Sizin enerji politikaları konusunda buna da vurgu yapmanız gerekir. Sadece temiz enerji üretelim demek yetmez. Ne için enerji, kim için enerji, enerji kullanımı, enerji üretim sürecinde çalışanların rolü gibi konular da gündeme gelmeli…” 

Ben de ona söyledikleri için teşekkür ettim.


Gerze’de hayat değişmiş
Gerze’de hemen herkes termik santral karşıtlığında bir araya gelmiş ve 3 yıldır yeni bir yaşamı örgütlüyor. Konuşan herkes, termik santral karşıtı mücadelenin Gerze’yi ve Gerzelileri değiştirdiğine inanıyor. Gerze ile ilgili bazı gözlemler şöyle:    
 
• Gerze’deki okur toplantısında konu BirGün gazetesi olsa da, başından sonuna kadar termik santral karşıtı mücadeleyi ve olası nükleer santral inşaatını konuştuk. Okur toplantısı bilgilendirilme toplantısına dönüştü. Köylüsünden kentlisine kadar hemen herkes, her iki kirli enerji kaynağı hakkında oldukça donanımlı ve Türkiye’nin enerji politikaları hakkında da herhangi bir yerde seminer verebilecek kadar bilgili. Bu bilginin eylem içinde öğrenildiği kesin.

• Gerze halkının çoğunluğu, termik santral karşıtı mücadelenin içinde. Ancak Anadolu Grubu çeşitli yöntemlerle ‘adam satın almayı’ denemeye başlamış ve kesenin ağzını açmış. İlçede sabahtan akşama kadar boş boş oturup, akşamları bira içen ama termik santralı öven insanlardan bahsediliyor. Yemek yediğimiz bir lokantada böyle bir masa vardı. Masamızdaki biri, “Bunlara kimse selam vermez” dedi.

• İnsanlar, yerel bazı gazete ve internet sitelerinin artık termik santral karşıtı yayın yapmadığını anlatıyor. Zaten büyük medyanın başından beri süren ilgisizliğinden yakınıyorlar. Reklamda susturulan medyanın ne olduğunu ve bağımsız medyanın önemini herkes biliyor.

• Gerze halkı elinden geldiğince Anadolu Grubu’na ait içecek içmiyor. Coca Cola ve Efes Pilsen protesto ediliyor. Ancak Gerze’nin hemen her yerinde Efes Pilsen masa, sandalye, küllük, tablo gibi eşantiyonlarına rastlamak mümkün. Toplantı yaptığımız salonda bile masaların üzerinde Efes Pilsen damgası vardı.

• Anadolu Grubunun ‘termik santralların zararlı olmadığını’ anlatmak için Zonguldak’taki termik santrala yeme içme-her şey bedava otobüs turları düzenlediği belirtiliyor. Bu turlarla halka santralın zararsız olduğu, duman salmadığı anlatılıyormuş. Ancak bu geziye katılanlar bile şirketle dalga geçiyor, “Ya ne zararı var, gezdik geldik. Biralar falan da bedava” diyor.

• Sinop, Sinop’ta yaşayan hiç kimseye sorulmadan “Türkiye’nin enerji adası” ilan edilmiş. En azından Sinoplular bunun böyle olduğunu düşünüyor. Emin değiller ama. “Bizi insan yerine koyan yok ki, biz de basından falan duyuyoruz öyle olduğumuzu” diyorlar.

• Yerel demokrasinin önemi, yerel ölçekli üretim ve yerinden yönetim gibi kavramlar her tarafta daha fazla tartışılır olmuş. CHP’li bir politikacı Samsun’da bana aynen şunları söyledi: “Bu Kürtler demokratik özerkliği savunmasalardı biz savunurduk şimdi. Gerçekten de en doğru yönetim biçimi halkın kendi kendini yönetmesi. Ankara’dan bizim kaderimizle ilgili karar veriyorlar. BDP demokratik özerkliği gündeme getirmeseydi biz getirirdik…”