Romanlarıyla milyonlarca okura ulaşan yazar Ahmet Ümit yıllardır duruşundan taviz vermeyen, doğru bildiğini söylemekten sakınmayan bir isim. Ümit ile AKP’nin gölgesinde geçen 20 yılımızı konuştuk.

AKP en çok adalet duygumuzu yaraladı
Fotoğraf: BirGün

Emrah KOLUKISA

Edebiyatımızın sevilen ismi Ahmet Ümit geçenlerde eski romanlarından “Tapınak Fahişeleri”nin sansürlenmesiyle düşmüştü gündemimize. Usta edebiyatçı ile bu beklenmedik sansür vakasının ardından bir söyleşi yapmak ve AKP iktidarıyla geçen son 20 yılı konuşmak istedik. Seyahatte olsa da bizi kırmayan Ümit yanıtlarını sesli mesaj olarak bize iletti ve hem AKP’nin toplumda yarattığı tahribatı hem de 15 Mayıs sabahına dair umutlarını anlattı. “Yasaklar hiçbir zaman işe yaramadı, yaramayacak” diyen Ümit iktidarın en çok da haksızlığa karşı çıkan aydın duruşundan rahatsız olduğunu söylüyor.

Bu son muzır kurulu kararını göz önüne alarak, iktidar neden bu kadar artırdı baskıyı? Seçimlerle mi ilgili yoksa hep güttükleri yasakçı politikaların bir uzantısı mı?

“Tapınak Fahişeleri” ile ilgili son Muzır Kurulu kararını düşünürsek şunu söylemek mümkün, aslında bu akıllarında hep vardı. Tek sesli olduları için ve sadece kendi düşüncelerinin, kendi inançlarının, ideolojilerinin doğru olduğuna inandıkları için, kendileri gibi düşünmeyenler, kendilerinden farklı hareket edenler, onlara göre her zaman yanlış çizgide duran ötekilerdi. Ama 20 yılın ilk başlarında bir tür, onların deyimiyle, takiyye yaptılar ve kendi görüşlerini açıkça dile getirmediler. Hatta daha farklı görüşlere bir anlamda katlandılar, hatta katlanmanın kendilerini güçlendireceğini fark ettiler, ki farklı görüşlerle bir takım koalisyonlara da girdiler, işbirliği yaptılar, müslüman demokratlık diye bir kavram ortaya attılar ve kendilerini böyle olduğunu iddia ettiler ama artık yolun sonuna gelindi. Hikayeleri bitti, inandırıcılıkları kalmadı. Olmayan demokratlıkları totaliterliğe dönüştü Dolayısıyla kendi yüzlerini açıkça dışa vurmaya başladılar. Evet, bir anlamda korkuyorlar seçimi kaybedecekleri için, o yüzden de daha bariz ve açık bir şekilde sindirme hareketlerine girişiyorlar, daha gözüpek davranıyorlar.Son sansürlemeleri bu bağlamda okumak lazım.

İşe yarıyor mu bu yasaklar, kısıtlamalar? Sindirebiliyorlar mı?

Bu yasaklar işe yaramıyor, hiçbir zaman yaramadı. Türkiye tarihi boyunca da Osmanlı döneminde de yaramadı çünkü bizim böyle olumlu bir geleneğimiz var, Osmanlı’dan bu yana aydınlarımız, yazarlarımız hep muhalif olmayı seçtiler. Namık Kemal’den bu yana diyelim, hatta ondan öncesinden beri ve elbette devletin o baskıcı gücüyle tanıştılar, sürgünlere gittiler, hapislerde yattılar… Nâzım Hikmet 15 yıl kadar hapis yattı, Sabahattin Ali öldürüldü, daha pek çok yazarımız hapislerde çürütüldü, Sivas’ta yakılmak istendi… Sonuçta bunlar hiçbir işe yaramadı. AKP iktidarı kendilerinin de kabul ettiği gibi kültür alanında hegemonya oluşturamadı ve sonuçta kültür kalıcı olandır, politika geçici, güncel olandır. Sansürle, baskıyla, işkenceyle, yasaklamayla sanatsal kültürü ortadan kaldırmak bugüne kadar ülkemizde de dünyada da mümkün olmadı, bundan sonra da olmayacak.

14 Mayıs’ta önemli bir seçime gidiyor Türkiye. Hemen herkes de artık bir şeylerin değişmesi gerektiğinin farkında, bunu da dile getiriyor. Size göre AKP iktidarıyla geçen 20 yıllık dönemde Türkiye en çok hangi alanda yara aldı?

AKP’nin ülkeye verdiği en büyük zarar bence değersizleştirmeyi maalesef hakim kılmasıdır. Bunu biz kendi aralarında liyakatsızlaştırma olarak da görebiliriz. Bayağılığın zerafete üstün gelmesidir, cehaletin bilgiye üstün gelmesidir, kaba gücün hakka üstün gelmesidir… Zaten bu nedenle bu 20 yıllık sürecin sonu büyük bir yıkıma dönüştü ve devlet hayatın hiçbir alanında üzerine düşeni yapamaz hale geldi. Ne yazık ki son deprem bunun çok acı bir örneği idi. Yani ilk üç gün içinde oraya gidilememesi, insanlara ulaşılamaması, hala enkazların altında insanlarımızın cansız bedenlerinin duruyor olması, hala büyük bir karmaşanın sürüyor olması, ekonominin düştüğü durum, korkunç bir şekilde ahlaki çöküntünün bu kadar yaygınlık kazanması. Türkiye’nin hiçbir döneminde bu kadar büyük ahlaki çöküntü olduğunu zannetmiyorum, hırsızlık, yolsuzluk almış başını gidiyor, korkunç bir dönem. Burada önemli olan şu, tek parti iktidarı, başka görüşlere izin vermemek ve bunun özellikle de siyasal islam temelli olması bütün bu büyük yıkımın gerçekleşmesine yol açtı.

Her şey bir anda olmadı. Yine de sizin özellikle kırılma noktası olarak gördüğünüz bir dönem, bir uygulama ya da bir olay var mı?

AKP iktidarında kırılma noktasının aslında Gezi olayları olduğunu düşünüyorum. Çünkü Gezi’ye kadar bir şekilde AKP kendi ajandasını saklı tutmaya çalıştı ya da bir takım politik güçleri buna inandırdı ve onlarla bir takım koalisyonlara gitti. Gezi ile beraber AKP’nin yüzündeki maske düştü, cilası döküldü ve orada AKP’nin despot yüzüyle karşılaştık ve bu despotik yüzü onaylamayanların tasfiye edildiğini gördük. Gezi olatlarından sonra artık giderek totaliterleşen bir partiyle karşı karşıyaydık ve bu parti devleti ele geçirmiş bir partiydi, giderek devleti de daha totaliter bir hale getirmeye başladı. Ama aynı zamanda Gezi olaylarının bugünkü çöküşün başlangıç tarihi olduğunu da düşünüyorum. Bugün artık 14 Mayıs’ta bir zafer umudu yaygınlık kazanmışsa, 14 Mayıs’ta iktidarın değişeceği umudu geniş kitleler tarafından benimseniyorsa bu Gezi’den bu yana sürdürülen mücadelenin bir sonucudur.

Adalet özellikle önemli bir başlık. Yargı kurumu neredeyse tamamen ele geçirilmiş durumda. Sizin gibi suç, ceza, adalet gibi kavramlarla çok haşır neşir olan bir yazar için vaziyet nasıl görünüyor? Buradan çıkabilecek mi Türkiye?

Evet, AKP’nin yaraladığı en önemli duygulardan ya da olgulardan biri de adalettir. Adaletin sağlanması için güçler ayrılığı olması lazım; yürütme, yasama ve yargının birbirinden bağımsız olması lazım ki bunlar birbirlerini denetleyebilsinler. Denetlemedikleri zaman yürütmenin kesin hakimiyeti ve adaletsizlik kaçınılmazdır. Buna bir de dördüncü güç olarak basını eklememiz lazım. Basın da susturuldu. Basın susturulunca da haksızlıklara karşı sesler kısılmaya başlandı, dolayısıyla adaletsizlikler arttı ya da adaleti gerçekleştirecek sesler son derece cılız çıkmaya başladı. Elbette buradan geriye dönüş mümkün, tamir etmek mümkün, niye olmasın? Önemli olan sadece seçimi kazanmak değil, aynı zamanda uzunca bir dönem sürecek bir restorasyon dönemi olması gerekiyor. İşte burada da adaletin sağlanması en önemli başlıklardan biri olacak. Özgürlüğün sağlanması yine aynı şekilde… Yoksulluğun ortadan kaldırılması, yolsuzluğun ortadan kaldırılması… Bu ana başlıkların olduğu bir restorasyon dönemi bizi bekliyor, bu seçimi kazanmaktan daha zor bir dönem olabilir.

15 Mayıs sabahını hayal etmenizi istesem…? Nasıl bir sabaha uyanacağız sizin sözcüklerinizle?

15 Mayıs sabahına dair hayalim büyük bir yükten kurtulmuş olmak… Göğsümüze, zihnimize, kalbimize, ruhumuza çökmüş büyük bir ağırlıktan kurtulmuş olmayı umuyorum. Bütün bu süreçten, yani tek parti, tek adam düşüncesinden, onların her şeyi belirlemeye çalışmasından, yaşam biçimimize karışmasından, kadınların eteğine ya da başörtüsüne, politik görüşlerimize, yediğimize, içtiğimize, nasıl davranacağımıza, ne okuyacağımıza karışmasından ve çok kötü bir dille sürekli azarlanmaktan kurtulmuş olacağımızı düşünüyorum. Bu ağırlıktan kurtulmak bence hepimizi rahatlatacak, hepimizi ferahlatacak, geleceğe dair daha büyük bir umut taşımamızı sağlayacak. Derin, çok derin bir oh çekeceğimizi düşünüyorum ama az önce söylediğim gibi, iş bitmeyecek, hatta çok zorlu bir süreç başlamış olacak… Ama bu zorlu süreci başarabilecek güçler Türkiye’de var, çok geniş bir demokrasi koalisyonu kuruldu. İktidarı deviren bu demokrasi koalisyonunun daha güzel bir Türkiye’yi, daha özgür, daha demokratik bir Türkiye’yi yaratacağına inanıyorum. Böyle bir umutla da uyanacağım 15 Mayıs sabahı.

***

TESLİM OLMAMAK ÖNEMLİYDİ

Edebiyat söz konusu olduğunda son 20 yılda nasıl bir süreç yaşandı Türkiye’de? Devletin edebiyata olan yaklaşımı, edebiyatla ilişkisi nasıldı sizce?

AKP’nin ele geçiremediği alanlardan biri sanat alanıydı. Bu sanat alanı içinde özellikle de edebiyatta bir türlü başarı sağlayamadı ve ülkemiz edebiyatçıları bir yandan başarılı romanlar, öyküler, şiirler, denemeler yazarken bir yandan da haksızlığa karşı tutarlı aydın duruşunu sergilediler. Bu da tabii AKP’yi son derece rahatsız etti. Sadece yazdıklarımızla değil, aynı zamanda politik duruşumuzla da iktidarın yanlış uygulamalarının karşısında yer aldık yazarlar olarak. Bunu çok çok kıymetli buluyorum, belki bütün toplumu sarsacak düzeyde, toplumu etkileyecek bir güce ulaşmamış olabilir ama boyun eğmemek, teslim olmamak, hayır demek, buralarda direniyor olmak ve bu düşünceyi savunuyor olmak çok kıymetliydi. Bu aynı zamanda şunu söylüyordu: bugün güçsüz olabiliriz, o günlerden bahsediyorum, 10 yıl öncesinden, ama biz doğruyu dile getirmeyi sürdüreceğiz. Victor Hugo’nun söylediği gibi, zamanı gelen düşünceden daha güçlü hiçbir şey yoktur. Belki o zamanı gelen düşüncenin gerçekleşmesi biraz vakit alabilir ama eninde sonunda gerçekleşecektir. Biz de işte o gerçekleşme anına doğru ilerliyoruz.