Siyasal İslam, eğitim ve eğitim kurumlarında inşa edilen politk bir hareket. Cemaatler içinde, kaçak ya da Diyanet gibi resmi dini kurumların kurslarında daha ziade içedönük dini eğitim, modern okulların ele geçirilmesiyle ülkenin eğitim felsefesinin kaynağı oldu. Bu eğitim felsefesi, bilgi yerine ahlak vadediyordu. Yurtlar, kurslar, sayısı her geçen gün katlanan imam hatip okulları; dini derslerin mihver ders sayılması ve müfredat içeriklerinin dinselleştirilmesi kentlerin varoşlarına sığınan köylüyü şehirin tehlikelerinden koruyacaktı. Yabancısı olduğu kültür hakkındaki bilgisi, gücü yetenin güçsüzü becerdiği önyargısı ile sınırlı olan ahalinin namusu onlara teslimdi.

Karaman’ın yoksul köylülerinin, okuması için kent merkezindeki dindar Ensar Vakfı yurtlarına yatılı öğrenci olarak teslim ettiği 10 çocuğa tecavüz edilmesi, bu ve benzer vakıfların devletin teşviki ve de desteği ile eğitimin tüm ayaklarına hükmeder olması tepkinin yükselmesine yol açtı. Asıl hedef Ensar Vakfı değil diyenler doğru söylüyor: Milli Eğitim Bakanlığı uygulamalarının paydaşı olması, cumhurbaşkanının himayesi sorumlu listesini bakandan cumhurbaşkanına kadar uzatır. AKP, işte bundan dolayı 10’u kanıtlanmış, soruşturmanın derinleştirilmesiyle sayının 45’i bulacağı tecavüz vakıasını münferit olay düzeyinde tutmak zorunda. Zorunda çünkü, konunun tartışılması Siyasal İslam’ın çöküşünü hızlandıracaktır.

Yeni Şafak yazarı Özlem Albaytak’ın dediği gibi “pedofili sadece Türkiye’de rastlanan bir suç değil”. Ama, aynı yazarın “dindarların da en az sizin kadar hassas olduğunu görebilirdiniz...” iddialı çıkışının pratikte karşılığı yok. Yazarıyla politikacısıyla eli kalem tutan, ağzı laf yapan her İslamcı Ensar Vakfını bu bataklıktan çekip çıkarmaya çalıştı. Evet pedofili Türkiyeye özgü değil; tecavüzün ideolojisi, din, milliyeti yok. Fakat kimse, bu suç karşısında dindarların hassas davrandığını söyleyemez. Aksine kendilerine dokunduğu yerde dindarlar olayı örtbas etmede, müthiş bir dayanışma örneği sergiliyorlar. Bu da az bir sorumluluk değil.



Ahmet Hakan’ın kariyerini riske atarak tecavüzcüyle Ensar Vakfını ayırmaya kalkması, solcu olmadığını bildiği halde Kayseri tecavüzcüsü için “solcuymuş” demesi de klasik İslamcı refleksiydi. Bir an Ahmet Hakan’ın “solcuymuş” tespitini doğru kabul edelim: Kayseri olayı ortaya çıktığında ilk ve tek kınama solcu öğretmen örgütleri Eğitim Sen ile Eğitim İş sendikalarından geldi. Demek ki solcular, sağcılar gibi kol kırılır yen içinde kalır diye düşünmüyor; kim olursa olsun kötülüğün hesabını sorabiliyor. Ya dindarlar; yedirmeyiz diyorlar!

Havuz medyası bu olayı haber yapmadı. Tecavüzcünün Ensar Vakfı çalışanı olduğu ortaya çıkınca, sanki tecavüze uğrayan vakıflarıymış gibi havuzun köşesine tünemiş birkaç kişi bulunduğu yerden başını çıkarıp olay tartışılırken vakfın psikolojisini dikkate almak gerektiğini yazdı. Partileri meclis araştırmasına direndi. (Tepkiler karşısında belki bu gün komisyon kurulmasına razı olacaklar fakat emini olabilirsiniz ki yolsuzluk komisyonu gibi zanlıları kurtarmaya çalışılacak) Daha vahimi, komşu ilin (Konya) CHP’li milletvekili Hüsnü Bozkurt’un, Karaman sokaklarında tecavüz olayını takip etmek üzere bilgi topladığı sırada, Karaman’ın halkı tecavüze uğramış AKP’li milletvekili Recep Konuk, partisinin il teşkilatı toplantısında “Karaman’ın enerjisini Türkiye’nin ve Karaman’ın kalkınması, milletin ve hemşerilerimizin işlerine koşmak için kullanıyoruz ve bunda da kararlıyız” nutukları atıyordu.

Benzer her olayın ardından “sıfır tölarans”lı olduklarını söyleyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun, bir kereciğe hoşgörü beklemesini chilliğine versek bile din ve milliyet referanslı ideolojilerin tecavüzcüyü koruma konusundaki cesur davranışlarına verebileceğimiz çok sayıda örnek var. Akit yazarı Hüseyin Üzmez olayında olduğu gibi...

Devlet veya devlet destekli kurumlara teslim edilmiş çocukların istismarında gelinen nokta, özellikle ailelere, çocuklarının güvenli ellerde olduğu duygusunu inançlarıyla veren insanların kontrolündeki mekanlarda gerçekleşen tecavüz olayı hiçbir başka olayın gölgesinde bırakılamadan ciddiyetle üzerine gidilmelidir. Zarar görecek olan din de olsa peşi bırakılmamalıdır. Aksi halde hepimiz ‘milletin .mına koyan’ adamların tecavüzüne maruz kalırız.