AKP’de yaşanan hegemonya krizi siyasette bir yeniden dizayn sürecine sahne oluyor. İktidarın yönetememe krizini birtakım politik hamlelerle aşmaya çalıştığını belirten Siyaset Bilimi Profesörü Murat Somer, muhalefetin henüz etkili ve iktidara alternatif araçlar geliştiremediğini vurguluyor

AKP geriliyor, siyaset yeniden dizayn oluyor: Muhalefet inandırıcı bir program geliştirmeli

Mehmet Emin Kurnaz

Ekonomik buhranın yanı sıra iç ve dış politikada yaşanan gerilim, AKP’de giderek artan bir hegemonya krizine sahne oluyor. Ülke siyasetinde bir çeşit yeniden dizayn yaşanırken, iktidar yönetememe krizini ‘mega proje’ler ile müdahaleci dış politik hamlelerle aşmaya çalışıyor. Muhalefet ise, yerel seçimlerde açığa çıkan toplumsal dinamiği kucaklayacak, ülke sorunlarına köklü çözümler üretecek mekanizmaları henüz geliştirebilmiş değil. Ülkede son dönem yaşanan siyasal gelişmeleri ve önümüzdeki sürecin olası politik yönelimlerini Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Somer ile konuştuk. AKP’nin bugün Cumhurbaşkanlığı yönetiminin enstrümanı konumundaki bir çıkar grubuna dönüştüğüne dikkati çeken Somer, buna karşın muhalefet cephesinin henüz etkin ve ilkeli siyasal araçlar geliştirmekten uzak olduğunu belirtiyor.

İktidar meşru olma kaygısını yitiyor

-AKP, özellikle yerel seçimlerin ardından bir gerileme yaşıyor. Pek çok anket firması da bu durumu paylaştı. İktidar artık neden hegemonya kuramıyor?

Çünkü uzun zamandır bir siyasi parti olma özelliğini kaybediyor, Cumhurbaşkanlığı yönetiminin enstrümanı konumundaki bir çıkar grubuna dönüşüyor. Siyasal partiler öncelikle fikirsel davalarıyla, idealizmleriyle çekirdek bir grubu bir araya getirirler, sonra da inandırıcı oldukça toplumda hegemonya kurabilirler. Dağıttıkları ekonomik faydalar destekleyici konumdadır. Faydacılık ön plana çıktıkça, ekonominin de kötü gitmesiyle birlikteliği korumakta özel çıkarlar ön plana çıkıyor. Hem topluma sunulacak program ve hikâye kalmıyor hem de yolsuzluklar ve adaletsizlikler, yönetimde dağınıklık, kayırmacılık ve liyakat eksikliği toplum nezdinde daha görülür hale geliyor. AKP’nin oy oranında düşüş olması da Türkiye'nin gidişatı göz önüne alındığında çok beklenir bir durum.

Ama AKP’deki düşüş Cumhurbaşkanlığı yönetiminin hegemonyasının kırılması anlamına gelmiyor. Türkiye’de siyasette son yıllarda ortaya çıkan asıl kırılma noktası AKP, hadi ona kısmen MHP’yi de ekleyelim ve diğerleri arasında değil. CB yönetimi dediğimiz yönetim tarzını destekleyenler ve faydalananlarla diğerleri arasında. Ama muhalefet henüz bunun yeterince farkına varmış ve kendini buna göre konumlandırmış değil. Ve siyaseti farklı yönlendirebilmek anlamında CB yönetiminin hegemonyası devam ediyor. O yüzden de halen gerçek bir demokrasi bloğundan söz edemiyoruz.

CB yönetiminin ise rasyonalitesinin değiştiğini uzun zamandır görüyoruz. Normal bir siyasal ortamda kendini kamuoyu gözünde zor duruma düşecek politikalar uyguluyor. Halktan bu kadar fedakârlık beklerken görüntüyü kurtarmak adına bile olsa lüks harcamalardan hiçbir fedakarlıkta bulunulmadı. Geçmişte bu imaj yönetimini daha başarılı şekilde uyguluyordu. Etrafında kendisini milletin efendisi olarak görmek yanılgısı içerisindeki bir zümre ortaya çıktı. Normal siyasette bir yönetici sınıfı hesap vermese de en azından hesap verdiği izlenimini yaratmaya, kamuoyunu yönlendirmeye çalışır. Hatta yerleşmiş otoriter rejimlerin birçoğunda bile bu böyledir. Oysa örneğin son deprem vergisi ve Kızılay skandallarındaysa alenen biz niye hesap verelim ki denilmesine tanık olduk. Bu ne anlama gelebilir? Bir siyasetçi için alenen ben hesap vermem demek – bırakın modern demokratik normları Osmanlı siyaset düşüncesine göre bile – ben meşru değilim veya meşru olma kaygım yok demek anlamına gelir. Güce dayanıyorum mesajını verir.

-Hegemonyayı korumak adına birtakım mega projeler ortaya koyuluyor. Medyanın da desteğiyle yapılan PR çalışmasının bir karşılığı var mı?

Ekonomi kötü gittiği sürece mega projelerin kamuoyunda etkisi geçici ve kısıtlı oluyor. Ancak siyasetin bir gösteri ve performans sanatı olduğu unutulmamalı. Bu tür hamleler, militarist-muhafazakar televizyon dizileri, devlet söylemleri ve pop milliyetçilik eşliğinde çoğunluğu olmasa da önemli ve etkili bir azınlığı mobilize edebilir. Hâkim ideoloji, ülkenin geleceği ve toplumsal iklim üzerinde çok etkili olabilir. Bir siyasal rejim otoriterleştikçe çoğunluğun desteğine sahip olması daha az önemli hale gelir.

Yeni Anayasa uzlaşma noktası olabilir

-Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ittifakları da zorunlu kıldı. İttifakların önümüzdeki dönem durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu sistem, muhalefet arasındaki seçim kazanmaya yönelik ittifakları kolaylaştırdı, onu teşvik etti. Ancak bu yeterli değil. Bu ittifakların somut bir program ve demokratik ilkeler üzerinde anlaşarak olması gerekiyor. İyileştirilmiş parlamenter sisteme geçiş ve yargı reformunu kapsayan yeni anayasa temel uzlaşma noktaları olabilir.

-Muhalefet son dönem Meclis'te grup toplantılarına kapanmış gibi görünüyor. Oyunu kuran da muhalefeti kendi gündemine çeken de hala Cumhurbaşkanı Erdoğan. Etkili bir muhalefet neden ortaya konamadı?

-Ülkede o kadar çok sorun ve hukuksuzluk var ki muhalefet de kolay değil, sonuçta insan kaynakları kısıtlı. Bunun ötesinde siyasetin bir mantığı var, ortak hareket için karar vericilerin belli olması, kişisel ihtiraslara gem vuracak bir etik, taşların yerine oturması gerekiyor. CHP kongre sürecine girdi. Bu da siyasetin gereği ama iki noktaya dikkat gerekli. Birincisi parti içi demokrasi – sadece Türkiye’de de değil dünyada da – bence biraz yanlış anlaşılıyor. Parti içi demokrasiden parti içi seçimler anlaşılıyor, kısmen doğru. Ama çok daha önemlisi parti politikalarının tartışarak, çok sesli ve katılımcı bir süreç sonucunda bir ortak akıl oluşturarak verilebilmesi. Ama bu şekilde oluşturulan politika ve söylemleri sonra tüm parti üyelerinin belli bir disiplin ve uyum içinde uygulaması da elzem. Seçimler parti içi hiyerarşiyi değiştirebilir veya koruyabilir ama tek başına ortak akıl oluşturmuyor. Örneğin CHP bir dönüşüm gerçekleştirmeye çalışıyor. Partinin yönetimi, ekonomi ya da Kürt meselesinde bir açılım yapmaya kalktığında, partinin tüm üyeleri, hatta tabanı benzer bir çizgide buluşabildiğinde kamuoyu buna inanabilir. Sonuçta iktidara talip olmak biz şunları vadediyoruz ve kendi aramızda anlaştık, yapabiliriz deyip inandırıcı olmak demek.

İkincisi Türkiye'de siyaset olağanüstü bir dönemden geçiyor. Bugün demokratik kurumların işlemediği gücün ön plana çıktığı bir ‘istisnai durum’ var. Muhalefet işte bu olağanüstü siyasal duruma uygun araçlar üretmek zorunda. Demokratik bir ortamda siyasal partilerden bekleneceğin çok üstünde kararlı ve özverili bir inandırıcılık oluşturmak zorunda. Buna yönelik parti için kurallar oluşturacak. Kolay değil.

Tamamen pragmatist bir kesim oluştu

-Hegemonya meselesine dönersek, AKP'nin gerilemesinde yeni partilerin oluşturduğu kopuşun etkisini nedir? Yeni partiler siyasette etki alanı oluşturabilir mi?

-Geçmiş yıllar içinde her şeyden önce AKP içerisinde bir dönüşüm oldu. Bunun önemli bir parçası da tasfiye edildi. AKP en başından beri bir koalisyondu. İçinde seküler ve liberaller de vardı. Öte yandan Gülen Cemaati'yle yaptığı ittifak olmasaydı bugün iktidarda olmazdı. AKP’deki muhafazakâr kesim ayrı bir koalisyondu. İçinde – bunu gerçekleştirecek altyapısı olmasa da – kendisinde yeni bir Türkiye yaratma misyonu gören idealistler yanında, pragmatist kesimler vardı. Yani ideolojik değil, ekonomik, kişisel amaçlarla koalisyonun parçası olanlar. Son yıllarda AKP'nin geçirdiği dönüşümde, değişimden yana olan kesim tasfiye oldu, faydacı olan kesim ortaya çıktı. Muhalefetin böyle bir durumda demokrasi koalisyonunu genişletebilecek stratejilere sahip olması gerekiyor.

-CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti ve yeni partilerin yer aldığı bir sağ blok kuruluyor görüntüsü var. AKP'ye benzer saiklerle oluşacak bir yeniden dizayn ana muhalefet için tuzak değil mi?

-Bilemem ama buna izin vermemenin yolu ittifakları ilkeler üzerinden kurmak. Yeni muhalefet de bunları kabul edecek mi, katkı sunacak mı ona bakmak. Babacan ve Davutoğlu ekibi şu ana kadar AKP'nin yozlaştığını, kendilerinin gerçek AKP olduğunu söylüyorlar. Bence bunun da ötesinde, daha ilk yıllardan yapılmış bazı hataları kabul etmeleri ve yeni ilkelere destek vermeleri daha inandırıcı olur.

Dış politikada bir strateji ve süreklilik yok

-Dış politikada savrulan bir Türkiye görüyoruz. İdlib, oradaki sorun çözülmeden Libya, Doğu Akdeniz vs müdahaleci politikalara yönelim var. Gerilimlere rağmen özellikle Rusya'ya bağımlılığın arttığı bir dış politika imajı var.

-Temel sorun aslında dış politika yapım süreçlerinde. Türkiye'de dış politikayı kim yapıyor? Bu sorunun yanıtı bugün belli değil ve liyakatın olmaması temel mesele. Tek tek bakınca Türkiye'nin uzun vadedeki politikalarında bir süreklilik ve strateji görmek zor, belirsizlik var.

-Rusya ile olan ilişkilere nasıl bakıyorsunuz? Soçi'de de Libya'da da Ankara'nın istediği sonuçlar çıkmadı.

- Türkiye demokratik dünya ile temel ittifaklarını netleştirmediği takdirde Rusya ile olan ilişkilerinde uzun vadede kesinlikle zaafa yaşayacaktır. Ama bu geçmişteki söylem ve vizyonlarla yönetilebileceği anlamına da gelmiyor. Bugün yeni bir dünya gelişiyor ve iyi okunmalı. Muhalefet için de dış siyaset ve Türkiye’nin dünyadaki konumu hakkında yeni vizyonlar sunmak, yeni bir dil kurmak elzem. AB ile ilişkiler yanında, Türkiye’nin Afrika’yla, Ortadoğu’yla ilgili de vizyonu olmak zorunda. “Ortadoğu bataklığı,” “bu coğrafyanın kaderi” gibi söylemler yanlış. Aylardır yolsuzluğa karşı ve demokrasi için sokaklarda direnen Lübnanlılar bizden daha mı az demokrasi ve adalet istiyor? Bu söylemleri duyan Lübnanlı genç yarın Türkiye’de muhalefet iktidara gelirse ona sempati duyar mı? Öte yandan otoriterlik bu coğrafyanın kaderiyse eğer gençleri bu ülkede kalmaya nasıl ikna edeceğiz, beyin göçünü nasıl engelleyeceğiz?

HDP denkleminin çözülmesi gerekiyor

-HDP'nin dışarıdan da olsa destek vermesi yerel seçimlerde Millet ittifakına güç kattı. Öte yandan meselenin kırılganlığına baktığımızda, ittifakı dağıtma potansiyelini de içinde barındırıyor. Bu denklemi nasıl yorumlamalıyız?

-Bu denklemin bir şekilde çözülmesi gerekiyor. Yeni bir muhalefet ve demokrasi bloku oluşacaksa HDP bunun neresinde ve hangi ilkelerle olacak, temel soru bu. Karşılıklı adımlar gerekiyor. Birtakım adımlar atılıyor, örneğin İstanbul'da Kürtçe kurslar açılıyor, ki bu zaten sosyal demokrasinin gereği. Bunlar birtakım tabuları aşmaya yönelik önemli ama bunun da ötesinde bir ortak akıl olması gerekiyor. Tüm ötekileştirmelere rağmen HDP'nin oy oranında pek düşüş yok. Ama bu tabii ki Kürt sorununu çözmeye yetmiyor. Bir tarafın amasız ve acabasız silahı reddetmesi diğerinin de aynı şekilde barışı ve eşitlik içinde birliği vadedebilmesi gerekiyor. Siyaset de bunu yapabilmenin aracı.

Bir özeleştiri yapılması gerekiyor

- AKP gemisini terk eden liberallerin CHP'ye yönelimleri söz konusu. 'Yetmez ama evet'in özeleştirisi verilmeden gerçekleşen bir araya gelişleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Referandum döneminde hayır oyu verdim. O dönem birçok arkadaşımla tartıştım. Ama hiçbir grup yekpare olarak görülmemeli. Birçok insanın iyi niyetini sorgulamıyorum, bunun demokratikleşmeye yol açabileceğini ümit ettiler. Demokraside iyi niyetli olduğu sürece yanlış yargılarda bulunulması anlaşılabilir, tek doğru olamaz. Beni o dönem asıl rahatsız eden ve karşı çıktığım, bazı yetmez ama evet çizgisinde hareket edenlerin kullandığı keskin ve kutuplaştırıcı dil, hayır oyu verenleri ötekileştiren, kişileri değil cumhuriyet kurumlarını itibarsızlaştıran akıl olmuştu. Askeri vesayeti yok etme fikrini, ancak böyle başarabileceklerini düşündüler sanırım. Bunu aşıp, ardından AKP'yi de dizginleyebiliriz yanılgısına düştüler. Bence esas bu konuda bir özeleştiri yapılması gerekiyor. Bir demokrasi bloğunun bence en temel ilkelerinden biri de bu dili ve aklı reddetmek olabilir.