İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Özel Yetkili Ağır Cezalar ve Bölge mahkemeleri… Özel yargı, adı değişse de, devletle yaşıt. Hepsi “muhalifleri susturmak” diye özetlenebilecek görevini başarıyla yerine getirdi. Ancak bu iktidara dek hiçbiri hukuk ve yargı krizi çıkaracak denli bir beceriksizlikle kurulmamıştı. AKP kanunu doğru dürüst yapmadan mahkemeyi kurup hukuka aykırı şekilde “sulh ceza hâkimliği” adıyla işleri yürütebileceğini sandı. Bürokrasi hata kabul etmezdi, etmedi de.

Ne oldu? Çoğu polis 70’e yakın kişi tutuklandı. Avukatları reddi hâkim talebinde bulundu, onları tutuklayan sulh ceza hâkimliğine değil asliye ceza mahkemesine... İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi reddi hâkim talebini kabul etti, dosyayı tahliye taleplerinin incelenmesi için İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. 32. Asliye Ceza tahliye kararı verdi. İşlem UYAP’a düşemediğinden avukatlar tahliye kararını hapishaneye elden götürdü. O sırada nöbetçi olduğunu hatırlayan İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği, tahliyenin aksi yönünde bir karar hazırladı ve Silivri Cezaevi’nden sorumlu Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. İnfaz savcısı da tahliye müzekkerelerini İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi’ne iade etti. Şüpheliler tahliye olamadığı gibi HSYK (aslında Adalet Bakanı) duruma el koydu, asliye ceza hâkimleri açığa alındı. Karara “yok hükmünde” adı verildi ancak bu çeşit bir “yok hükmündeki kararı” kimin yok sayacağı kanunda yazmıyordu. (Başbakana not: “Pennsilvanya’dan alınan emirle yazılan dilekçe kabul edilmez” diye de bir kanun maddesi yok) Son olarak asliye ceza mahkemesi hakimleri de sulh cezanın kararlarının yok hükmünde olduğunu açıkladı. Maç devam ediyor.

Cemaat yargısının tüm adımları teamüle ve usule aykırı. Ancak yasalardaki boşluklardan da faydalanarak ortaya çıkarılan sonuç, uygulanması elzem bir tahliye kararı oldu. AKP’nin paniği de bu noktada başladı. Başsavcılığın geceyarısı adliye mesaisi, UYAP’ın kapatılması, acilen aksi yönde karar çıkarılması, tahliyelerin engellenmesi… Diğer işlemler ne kadar kesin şekilde usulsüzse bu yapılanlar da o kadar kesin şekilde kanunsuz. Şimdi sonuca bakıldığında AKP kazanmış gibi görünse de aslında krizi büyütmekle, yönetme konusunda ne denli başarısız olduğunu tüm dünyaya (bir kez daha) göstermiş oldu. Sanıyorum ki krize vesile olanların asıl amacı da tahliyeden çok, buydu?

İçinden geçilen toplumsal, siyasal, ekonomik ve kurumsal kriz döneminde atladığımız bu yeni eşik, memlekette zaten hukuk ve yargı hiç ciddiye alınmadığından ve krizlerle yaşamaya alıştığımızdan göz ardı ediliyor olsa da, Türkiye yargı tarihindeki en ciddi kriz. Nasıl çözeceğini devlet bilir. Benim derdim, aynı sınıftan iki fraksiyonun kavgasında, bizim nerede durduğumuz.

Evgeny B. Pasukanis, “Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm” kitabında, bizim yargı krizi dediğimiz ama aslında tarihsel ve sınıfsal olan krizi, şu satırlarla berrak şekilde açıklıyor: “Ceza hukukunun tarihsel kökeni, kanlı öç alma geleneğine bağlıdır. Bu iki olgu, oluşsal bakımdan, birbirine çok yakındır. Öç, ancak sonucunda bir acı ve bir para cezası olduğundan gerçekten öçtür...”

“‘Bir bütün olarak toplum’ sadece hukukçuların tasarımlarında yaşar; gerçekte sadece, karşıt ve çelişkili çıkarlara sahip olan sınıflar vardır. Her tür ceza siyaseti, bu siyaseti takip eden sınıfın çıkarlarının damgasını taşır.”

“… sınıfsal çıkar, her ceza sistemine, tarihsel somutluluğun damgasını vurur.”

İyi olan kazansın.