Adam, taa baştan söyledi, ya dört yüz milletvekili verirsiniz, ya da ben size huzur vermem diye. Daha sonra, beslemeleri defaatle ifade etti, “ya başkanlık, ya kaos” diye.

Bu, tabiî ki ‘kaos’ değil, bile isteye devlet terörüydü: Kentlerimizi, kasabalarımızı yıktılar; ki, bu kentlerin, kasabaların pek çoğu üç-beş bin yıllık; yüzlerce , insanımızı öldürdüler; açlığa-susuzluğa-ilaçsızlığa-tedavisizliğe-mezarsızlığa mahkûm ederek, cesetlerini de daha sonra parçalamak üzere. Tam bir terör rejimi; yani, insanların ruhuna dehşet salıp, yapacağını yapamaz, söyleyeceğini söyleyemez, yazacağını yazamaz, kısacası beşerî anlamda mefluç/felce uğramış hâle getirip tırsıtmak/yıdırmak/sindirmek üzere: Bırakın sade vatandaşı, on binlerce polisi, yargıcı, savcıyı bir gecede sürgüne gönderen, görevden alan ve de içeri attıran, kar-kış, tedavi gören hasta eşi-yakını, okuyan çocuğu var vb… demeden.

Şunu da söyleyelim; hem de belki beş milyonuncu defa: Terör, tam tamına, insanların ruhuna ‘dehşet’ salmaktır; dolayısıyla, tek eylem biçimi ve de nihaî hedefi, insanların ruhuna dehşet salmak olmayan hiçbir kuruluştan ‘terör örgütü’ diye bahsedemezsiniz: PKK, terör örgütlüğüne indirgenemez mealinde bir laf ettiği için Tahir Elçi’yi kolektif olarak öldürten canilere koz vermemek üzere, “PKK terör örgütü değildir” demek yerine, “’terör örgütü’ diye bir örgüt türü olamaz” diyorum.
‘Terör örgütü’ tanımlamasına en uygun düşenler ise, aslında AKP’nin hem ruh kardeşi, hem de eylemsel/siyasal yoldaşı durumundaki ‘Haşhaşî’ ler, ‘IŞİDciler’ ve de bilumum ‘cihadçı’lar/’siyasal dinciler’dir.
‘Siyasal islamcı’, var oluş biçimi olarak zorunlu bir hain, ancak bilinç olarak, istilacı bir çekirgedir. Yaratıkta ‘vatan’ kavramı yoktur ki, ‘ vatan haini’, ‘vatandaş katili’ ve ‘vatan yıkımcısı’ olduğunun bilincine sahip olabilsin: Kendisinde ‘vatan’ kavramı olmadığı içindir ki, gözü hep başkalarının ‘vatan’ında, malında, mülkünde, ‘karısında-kızında’dır ve de işte bu yüzden de Cizre’yi, Sur’u, Dicle’yi vb… bu kadar rahatlıkla tank/top ateşine tutup yerle bir edebilir.

Neyse, ne kadar vahim olursa olsun, sonuçlara takılıp kalmayalım: Bütün bu melunluklar, yani Diyadin (yaralı askerleri çatışma yerinde bırakıp, öldürülsünler de, suçu PKK’ye atalım, onun üzerinden de HDP’yi suçlayıp, insanların gözünde katil işbirlikçisi ilan edip itibarsızlaştıralım) menhusluğundan, 5 Haziran Diyarbakır katliamına kadar en az 150, 7 Haziran’dan sonra da yine en az 250 taciz, baskın, tecavüz, taarruz üzerinden HDP tabanını (yani, biz insanları) şiddete baş vurmaya sevk etme girişimleri, hep bir yandan MHP’yi, diğer yandan da HDP’yi baraj altında bırakmaya yönelik olduğuna göre, yapılacak ilk iş, hem en haincesi, hem de en süflîsinden bir siyasal irade hırsızlığı düzeneğinden başka bir şey olamayan yüzde on barajını sıfırlayıp ‘millî bakiye’ sistemini geri getiren bir seçim yasası çerçevesinde yeni bir seçim yapılmasını zorlamak, kimin yurtsever, kimin de en hasından bir ‘darbeci dölü’ olduğunu apaçık ortaya koyacak bir adım olacaktır.
Türkiye, çok güzel bir ülke; ama, güzel olmasaydı da, benim ülkem; ‘vatan’ ve ‘insan’ kavramından yoksun ‘cihatçı/fetihçi’ canilerin eline onu bırakamam, ahlakî bir sorumluluktan da önce, varoluşsal bir zorunluluk olarak.