Karşınızdaki, isterse bir milyon kez “ben faşistim” diye haykırsın; bu onun faşist olduğunu kanıtlamaz

Karşınızdaki, isterse bir milyon kez “ben faşistim” diye haykırsın; bu onun faşist olduğunu kanıtlamaz; biri çıkıp da “gazeteciler olur olmaz sorular sormasın” diyorsa, bilin ki en sahicisinden bir faşistle karşı karşıyasınızdır; hele bu kişi iktidarın sözcüsüyse, faşizm artık karşınızda değil, doğrudan doğruya tepenizdedir.

Mehmet Haberal’a yapılan, idam öncesi prostat muayenesi adına rahmetli Menderes’e ‘rektal tuşe’de bulunulmasından daha az şerefsizce değildir: Maksat, sırf zulmetmek, aşağılamak; hem de büyük bir inatla, sonuna kadar.

Fransızların tanrıyla ilgili şu mealde bir sözü var: Her yerde olan, hiçbir yerde yok da demektir. Ergenekon da ona döndü.

Faili meçhullerin araştırılmasını ısrarla engelleyen, AKP; Cumartesi Anneleri’ni, daha düne kadar “bunları kim kullanıyor” diyerek aşağılayan da Tayyip Erdoğan.

Evvelki gün de, yine kadınların bir bölümünü aşağıladı ‘tornadan çıkmış’lar diye: Bu sadece aşağılama, hakaret değil; aynı zamanda halkı kendi içinde bölüp kamplaştırmak oluyor.

Adını koyalım: Bugün var olan, Tayyip Erdoğan diktatörlüğüdür. Milletvekillerininin tek seçicisi; onlara her istediği yasayı çıkarttırıyor: Milletvekilliği, ulaşılması da, bırakılması da çok zor imtiyazlı bir mevki; ayrıcalıklı ve de dokunulmaz. Dokunulmazlığın kaldırılmasına karşı çıkmak, müthiş utanç verici ve düpe düz cumhuriyet düşmanlığı: Hukukun tekliğine halel getiriyor –tıpkı Askrerî Yüksek Yargı gibi. Dokunulmazlıkları devam ettirmek, aslında bir suç; dokunulmazlıkçılar mutlaka yargılanmalıdırlar.

Yüzde on barajı ise, sadece anti demokratik değil, ahlâka da aykırı, ahlâk bozucu, bölücü ve ırkçı; ülkedeki savaşı körükleyici; yani, kan dökücü: Barajdan yana olanlar da, kardeş kavgasına ve cinayete sebebiyetten yargılanmalı; ama yetmez, dolandırıcılıktan da; zira, siyasal partilere hazine yardımını da yüzde on şartına bağlayıp, benim vergilerimle kendi ceplerini dolduruyorlar. Bu da yetmiyor, başbakan, DTP’ye verilmiş oyları ‘şaibeli’ ilân ediyor: Ne hakla ve de ne yüzle; zira iktidar kendisi, dolayısıyla vatandaşın serbestçe oy kullanma koşullarını sağlama yükümlülüğü de yine kendisine ait.

Kurulmakta olan faşizmi görmezden gelerek faşizmden kurtulacak değiliz; açıktan açığa adını koyup lanetleyelim ve de yıkmak için seferber olalım. Başbakan, yerine göre ya kendi kendisini savcı ilan ediyor ya da savcılara talimat vermeyi kendisine hak görüyor, insanların soyunu sopunu gündeme getiriyor, Alevî yargıçları hedef gösteriyor, sigara içenleri eşkıya ilân ediyor, en evrensel dil kurallarını bile hiçe sayıp partisine AK demeyenlere ‘edepsiz’ diye hakaret ediyor,  Kıbrıslılara ‘besleme’ diyor, pankart açan çocukları içeri attırtıyor, yumurtayı Molotof kokteyliymiş gibi gösterip gençlere iftira atıyor ve de at sahibine göre kişniyor: Başbakanın polisi çocuklarımızı gaspediyor imza karşılığı iade etmek üzere, nümayişçi kızın çocuğunu düşürtüyor, kış ortasında insanlara buzlu su sıkıyor, herkesi biber gazına boğuyor, insanları yere yüzükoyun yatırıp sorguluyor, ODAty’yi basıyor…

 AKP iktidarı herhangi bir darbe yönetimini aratmıyor; işte o yüzden de en ateşli darbe karşıtıymış gibi yapıyor; zira kendi gasp düzenini 12 Eylül üzerinden zaten hazır bulmuş; onu geliştirerek sürdürüyor: Mevcut korsan kapitalizminin babası, doğrudan doğruya darbe rejimi. Ama bu rejimin gerçek sahibi, çıplak gözle görünenin aksine, askerler değil, ‘sivil’ Özal: 12 Eylül öncesi, Demirel’in baş danışmanı, darbeyle herkes yerinden olurken kendisi terfi edip Başbakan Yardımcısı oluyor; devleti neo-liberalizmin gereklerine göre yeniden düzenlemek üzere.

Hiçbir darbe, kendi başına bir amaç değildir; yani, bir şeyleri gaspetmek için değilse, hiç kimse kimseyi darp etmez: Sokakta yürüyen kadını darp ederler, çantasını/parasını gaspetmek için, ya da delikanlıyı darp etmişlerdir, altındaki mobileti veya cep telefonunu gaspetmek için.

AKP de darbenin mümkün kıldığı gasp düzenini hazır bulmuş ve ancak metropol varoşlarında kazanılabilecek bir kıvraklıkla daha da bir geliştirdiği bu gasp düzeninin nemasını, geriden gelip sonradan görmüşlere özgü bir kıskançlıkla kimseyle paylaşmama hırsı içinde, darbecilere düşen rüşvet payı niteliğindeki vesayeti tasfiye etmeye girişmiş; ancak, böylesine haksız ve adaletsiz bir düzeni asker vesayeti olmaksızın sürdürülebilir kılmak üzere de kendi faşizmini kurmanın peşine düşmüş bulunmaktadır. Bu faşizmin hukuksal alt yapısını başkanlık sistemiyle tamamlamayı planlamakta, şu an itibariyle içinde bulunduğumuz geçiş dönemini de Ergenekon ve benzeri siyasî davalar bağlamında insanları yıldırıp sindirmek suretiyle atlatmaya çalışmaktadır.

TDK’nın sözlüğünde ise ‘yıldırı’, Fransızca ‘terör’ ve Arapça ‘dehşet/tedhiş’ kelimelerinin bire bir karşılığı olarak verilmektedir.,