Habur, insana çok şey anlatıyor.
Tahtakale ayakçılığıyla, Amerikan hödüklüğü iç içe.
Gizli kapaklı görüşmeler, pazarlıklar; ki, mutlaka tehditli, şantajlı; ama mutlaka vaatli, tavizli, rüşvetli de.
AKP bu konularda tecrübeli ve mahir: Beyaz Saray/Dolmabahçe türü mutabakatlar; otellerin servis kapılarının kullanıldığı iş bağlama/adam ayarlama temasları vb…
Bunların yanı sıra, işlerin avam tarafından görünür/bilinir kısmında iyi bir ‘halkla ilişkiler’ kampanyası da patlattın mıydı, ‘Kürt sorunu’nu bitti bil.
Habur girişleri işte böyle bir paradigma çerçevesinde tasarlanıp düzenleniyor. Çadır mahkemeleri kuruluyor; açıkça ve mertçe “pişman falan değilim, örgütün ve liderin talimatıyla geldim” diyen insanlar ‘etkin pişman’ sayılıyor: Bakmasını bilenler için, ilk bakışta tam bir komedi gibi ama, aslında meşum bir oyun. Zira, burada yargının araçsallaştırılması, oyuncak hâline getirilmesi var, siyasal irade tarafından: Her vesileyle herkes o kadar tekrarlıyor ki, artık ben bile öğrendim, Karl Schmitt’in “egemen, istisna durumuna karar verendir” formülünü; işte tam tamına Habur’dadır ki Erdoğan, kendi mutlak egemenlik tekelini ilân etmeye kalkıyor; bilindik örneklerinden farklı yanı, ulusal bir tehlike, felaket veya yas değil de bir şenlik çerçevesinde olmak üzere.
Habur’da yapılmak isteneni anlatmak için aslında elin pislik Nazi’sine gitmeye de hiç gerek yok: Giriş günü ve onu takip eden birkaç gün boyunca Erdoğan, oğlunun sünneti münasebetiyle tebasına altın dağıtan aşiret reisi konumundadır. Olan biteni ‘son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme’ olarak değerlendiriyor. DTP’lileri mümkün olduğunca sürecin dışında tutmak istiyor ki, onları tümüyle işlevsiz, hatta çözüm yolunda birer ayak bağı gibi gösterip siyaseten etkisiz kılabilsin: Son Van depreminde de aynı amaç uğruna BDP’li belediyeyi tümüyle iş göremez kılmaktan kaçınmamışlardır, üstelik bu defa, insanların enkaz altında/dondurucu soğukta eziyet çekerek can vermeleri söz konusu iken.
İnsanı asıl çıldırtan, Habur’daki hokkabazlığı, barış yolunda atılmış, ancak şu ya da bu sebeple devamı getirilememiş bir adım olarak gören bir sürü insanın da olmasıdır. Evet, burada bir adım atılmıştır ama, barış ve demokrasi yolunda değil, Erdoğan’ın şahsında sivil siyasetin AKP’nin tekeline sokulması yolunda: Hukukun siyasal amaçlarla keyfî bir biçimde, hele tek bir kişinin iradesiyle askıya alınması, hiçbir yerde ve hiçbir zaman ne demokrasiye götürür ne de barışa. Şöyle de söyleyebiliriz: Kitlevî KCK tutuklama, toplama kampları ve mezaliminin paradigması, Habur’da çizilmiştir.
‘Açılım’ kelimesini ilk telaffuz ettiklerinde de kendi kafalarında da var mıydı, bilemem; ancak biz demiştik ki, bunlar bir dizi cambazhane gösterisi düzenleyecekler, insanları bayram çocuğu yerine koyan, ‘atlıkarınca ücretsiz, ata binmek yasak’, gerekirse de birkaç misafir sanatçıyla da takviyeli; murat ettikleri sonuca ulaşamayınca da –ki, mukadderdi-, “ey ahali, işte bakın biz o kadar açıldık saçıldık, ama bu kötü niyetli bölücü teröristler bir türlü uslanmadılar” deyip Sri Lanka türü bir ‘çözüm’e yönelmenin alt yapısını da hazırlamış oluyorlar.
‘Açılım’, bizatihi bir oryantalizmdi: Kürtlere özel çözüm; sanki Kürt ayrı/farklı bir canlı türüymüş gibi. Ancak bunlar, üzerinde varlık kazanıp semirdikleri, en sonunda da egemenliğe uzandıkları darbe düzeninden vaz geçemezler, 12 Eylül tarafından gaspedilmiş en temel vatandaşlık haklarını, yani eşit seçme-seçilme, örgütlenme, toplanma ve ifade özgürlüklerini halka iade edemezlerdi; o yüzden de bölgesel kahyalığına soyundukları Yeni Dünya Düzeni’nin dayattığı model uyarınca insanları dinsel, mezhepsel, etnik, olmadı cinsel, takımsal vs… aidiyetleri temelinde sosyal-psikolojik tekniklerle manipüle edilebilecek ‘kolektif nesne’lere indirgemenin peşine düşeceklerdi. Devir artık, projeyle ‘millî birlik ve kardeşlik’ kurmaya kalkıp, toplumsal grupları ve siyasal hareketleri örgütlerine indirgerken, örgütleri şirket, toplumsal/siyasal önderleri de şirket sahibi veya CEO’su gibi görüp, şirketlerin birleşme görüşmelerine mümasil temas ve pazarlıklarla ‘barış’a ulaşılabileceğini sanan -olsa olsa, ancak Amerikan mamulatı olabilecek- canlıların devriydi.
Barış, pazarlık üzerinden değil, eşit vatandaşların gönül birliği olarak varlık kazanabilir; ‘eşit vatandaş’ın ahlakî ve felsefî karşılığı ise Aydınlama’nın ‘tanrıyı parantez içine almış’ insanıdır: AKP iktidarında barış, ulaşabileceğimiz belki de en zor şeydir .