Bütçe giderek Diyanet bütçesine dönüştürülüyor, düşük faiz ısrarı Nas Suresi’ne bağlanıyor, Erdoğan yeni modelini “inancımıza göre” düzenlediğini açıklıyor. Ekonomiyle ilgili bakan, arabesk bir tutumla “görevden affını diliyor”

AKP iktidarının en büyük eseri: Arabesk iktisat

Ekonominin “kitabını yazdım” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, izlemekte olduğu ekonomi politikasını eleştiren çok az sayıdaki iktisatçıyı da “mandacılar” olarak adlandırdı.

Onca yılın deneyimlerinin de kanıtladığı gibi, Cumhurbaşkanı’ndan mandacı iktisatçılar sözüne açıklık getirmesini beklemenin bir anlamı yok. Yapılması gereken, AKP iktidarında Türkiye ekonomisi ile ilgili bilimsel çalışmaların neden yerlerde süründüğünü kısaca irdelemek ve Erdoğan’ın uygulamakta olduğu ekonomi politikasının asıl özelliğine dikkat çekmektir.

Bu konuya geçmeden belirtmek gerekir ki, Türkiye ekonomisi üzerinde bilimsel çalışma yapmak, AKP öncesi yıllarda da çok çileli bir uğraştı.

Bunun iki nedeni vardı: Birincisi, Soğuk Savaş yıllarında, özellikle de 12 Eylül 1980 faşizmiyle yaşanan ve YÖK ile üniversiteyi de kapsayan düşünceyi anlatım özgürlüğü üzerindeki çok ağır ve baskıcı ortam. İkincisi ise ülke ekonomisiyle ilgili istatistiklerin nicelik ve nitelik olarak yetersizlikleri.

AKP iktidarı, her iki konuda da, o olumsuzluklarla dolu geçmişi bile aratıyor.

AKP Geçmişi Aratıyor-I: Üniversite değil, cadı kazanı!

Ekonomi ile ilgili bilimsel çalışmaların yeri büyük ölçüde üniversitelerdir ve bilimsel çalışma yapılabilmesinin olmazsa olmaz koşulu da özgürlük ortamıdır.

Ülkedeki toplam sayısını yaklaşık üç katına, 200’ün üzerine, çıkaran AKP iktidarında, pek çok kurum gibi, üniversite de niteliksel yıkıma uğradı ve uğruyor.

AKP, yandaş rektör atamalarıyla üniversitelerin tamamına yakınını bilimsellikten iyice uzaklaştırdı. Sonra da 11 Ocak 2016’da, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlığıyla yayımlanan “barış ve demokrasi” bildirisini imzalayan ve sayıları binlere varan bilim insanlarının pek çoğunu üniversitelerinden uzaklaştırdı; temel insan haklarına aykırı bir tutumla çoklarının pasaportlarına bile el konuldu.

Baskı ve sindirmenin kol gezdiği bir cadı kazanında bilimsel araştırma yapılamaz.

Dahası, AKP’nin yandaşlık hastalığı diyebileceğimiz tutumu, en olmaması gereken yeri, bilim dünyasını da sarıyor. Bu toplumun bilimde geri kalmasının başlıca nedenlerinden biri olan Osmanlı medreselerinin “beşik uleması” yaklaşımı bugün üniversitelerde yaygın olarak uygulanıyor.

Bu uygulamaların bir sonucu olarak, üniversite özerkliği ve onunla birlikte bilimsel araştırma özgürlüğü de tümüyle yok edilmiş oluyor. Bilimsel üretim yerlerde sürünüyor ve bu gerçek Türkiye üniversitelerinin uluslararası başarı sıralamasında ya sonlarda ya da hiç yer alamaması biçiminde yansıyor.

Üniversitenin bu bilimsel geri kalması sürecinde, denilebilir ki, en ağır zararı da, niteliğinin bir sonucu olarak, iktisat bilimi görüyor.

AKP Geçmişi Aratıyor-II: AKP Türkiye ekonomisi araştırmalarının can suyunu kuruttu.

Çağımızda devlet yönetimleri ve ekonomi ile ilgili tüm gerçek ve tüzel kişiler için, doğru ve güvenilir istatistiklerin varlığı çok önemlidir. Çünkü, ekonomi ile ilgili her türlü karar yalnız ve ancak istatistiklere göre alınabilir.

Bu nedenle, özellikle ekonomiye özgü istatistiklerin kamuya ait ve bağımsız araştırma kurumları tarafından ve bilimsel yöntemler kullanılarak derlenmesi ve yayımlanması büyük önem taşıyor.

Önceki deneyleri bir tarafa bırakırsak, ülkemizde ekonomik istatistikleri 1927’de kurulan Devlet İstatistik Enstitüsü-DİE derlemekteydi. DİE’nin adı, 2005’te Türkiye İstatistik Kurumu- TÜİK olarak değiştirildi. Elbette isim değişikliği çok önemli sayılmayabilir. Ancak, DİE, AKP eliyle TÜİK olur olmaz, önce, burada ayrıntılarına girmeden belirteyim, iki büyük yanlışa imza attı.; 2006-2008 döneminde “ölçme yöntemi değişikliği” gerekçesiyle, toplam nüfusu azalttı, Gayri Safi Yurtiçi Hasılayı GSYİH artırdı. Sonucu biliyorsunuz; kişi başına gelir artık beş bin değil, dokuz bin dolar oluyordu.

TÜİK daha sonra da ekonomi istatistikleriyle, deyim yerindeyse, oynamaya devam etti.

Önce, DİE döneminde tarım ve sanayi gibi ekonominin ana üretim sektörleriyle ilgili istatistikler, ya anketlere dayalı olarak “yıllık”, ya da genellikle 10 yılda bir yapılan “sayım” sonuçları olarak yayımlanıyordu. Bunlar artık yayımlanmıyor. Ayrıca, derli-toplu bir başvuru kaynağı olan ve her yıl yayımlanan Türkiye İstatistik Yıllığı da 2012’den buyana yayımlanmıyor. TÜİK, ayrıca, “sektörler arası” mal ve hizmet akımlarının istatistiklerini, girdi-çıktı ya da “input-output” tablolarını da hazırlayıp, yayınlamıyor. Böylelikle ülke ekonomisinin yapısını tarihsel olarak da kesit olarak da analiz olanağı ortadan kalkıyor.

Sonra, TÜİK’in yayınladığı büyüme, işsizlik ve fiyat istatistikleri, hiç ama hiç güven vermiyor. İlk ikisini daha sonraya bırakarak burada kısaca fiyatlara değinelim.

Fiyat, piyasa ekonomisinin olmazsa olmaz özellikteki en temel göstergesidir.

Gerek üreticiler, gerekse tüketiciler fiyatlara göre davranır. Eğer bu gösterge kaybolursa, üretici de, tüketici de, uygun deyimiyle, kör olur; girişimci ya da sermaye, hesap-kitaba dayalı iş yapamaz. Çok daha geniş toplumsal boyutları olan en önemli nokta şudur: TÜİK’in fiyat istatistikleri, son yıllarda çokça görüldüğü gibi gerçekte olduğunun altında gösterilirse, asıl kayba uğrayan ücret ve maaşları ile emekçi kesim olur; reel ücretler azalır; gelir dağılımı olumsuz etkilenir, acı ile yaşanmakta olduğu gibi, yoksulluk yaygınlaşır.

Bilimsel çalışma yapılamayınca…

Gerek üniversitelerde araştırma özgürlüğü ortamının bulunmayışı, gerekse de ana muhalefet partisi genel başkanının görüşme isteğini reddedecek ölçüde kamu kurumu özelliğini yitiren TÜİK istatistiklerinin tutarsızlığı nedeniyle, yıllardır, ülke ekonomisiyle ilgili yeterli bilimsel çalışma yapılamıyor.
Böyle olunca da ekonominin kitabını, kuramı ve uygulamasıyla, "Başkan" Erdoğan kendisi yazıyor.

Büyük özelleştirmelerin ve Varlık Fonu’nda yer alan kuruluşların önemli bir bölümünün; ülkenin pek çok yerindeki doğal varlıklara ek olarak Kanal İstanbul çevresinin Arap sermayesine sunulması bütün olarak çok olumsuz olabilecek bir ekonomi politikasını yansıtıyor. Aynı süreçte katılım bankacılığının ve helal gıda anlayışının güçlendirilmesi yeni adımlarla tamamlanıyor. Bütçe, giderek iyice Diyanet İşleri bütçesine dönüştürülüyor; düşük faiz ısrarı Kur’an’ın Nas Suresi’ne bağlanıyor; stokçuluk “dinimizde de haramdır” deniliyor. Başkan Erdoğan yeni ekonomi modelini “inancımıza göre” düzenlediğini açıklıyor. Ekonomiyle ilgili bakan, arabesk bir tutumla “görevden affını diliyor” ve bu af “dileği uygun” bulunuyor. Biliyorsunuz, Arabesk, Arap tarzı demek. Yeni Bakanın görevi devir alırken söylediği şu sözler arabesk modeli güzel özetliyor:

“Rabbim, kolaylaştır, zorlaştırma, Rabbim hayırla sonuçlandır. İşimizde bize doğruluk ver, bizi muvaffak kıl. Sn. Cumhurbaşkanımızın şahsımı layık gördüğü Hazine ve Maliye Bakanlığı görevini hayırla ifa etmeyi, bize gösterdiği güvene layık olmayı Rabbim nasip etsin inşallah”.

Aldıkları ekonomi eğitimiyle bu modeli yorumlayan ve bu nedenle de bir türlü anlamayan iktisatçılar da, doğal olarak, mandacı sayılıyor!