Açlık ve sefalet toplumun büyük çoğunluğuna yayılmış durumda. Ekonomik krizin ülkeyi sürüklediği iflas gizlenemiyor. Eğitim ve sağlık tümüyle çöktü. Böylesi bir ortamda AKP’nin ve ‘Reis’inin nasıl olup da hâlâ anketlerde kafa kafaya çıktığı üzerine kafa yoruluyor. Anketlerin gerçeği öngören değil gerçeği inşa etmeye yarayan araçlar olduğunu biliyoruz. Yine de iktidarın oy tabanı hâlâ çok güçlü. Bizimle çok benzer koşullarda olan Brezilya’da Lula kazandı ama kıl payı farkla. Şili halkı eşitlikçi, özgürlükçü ve kamucu bir anayasayı referandumda reddetti. Brezilya, Şili, Türkiye ve benzer çok sayıda ülkede halklar, kendi çıkarlarını değil sermayenin çıkarlarını savunan “tek adamlara” oy vermeye devam ediyorlar.

***

Arkadaşıyla ormanda kamp yapacağını söyleyerek çadır ve kamp malzemeleri satın alan adam alışverişini tamamladığında, satıcı “Bir çift koşu ayakkabısı da almayı düşünmez misiniz?” diye sorar. “Ormandaki kampta koşu ayakkabısına neden ihtiyacım olsun ki?” der adam.

Satıcı, “Ya bir ayıyla karşılaşırsanız?”

Adam, “Koşu ayakkabısı ayıdan daha hızlı mı koşmamı sağlayacak?”

Satıcı, “Arkadaşını geçsen, yeter!”

Biraz iddialı bir genelleme olacak ama, bu fıkraya güldüyseniz AKP eliyle inşa edilen zihinsel dönüşümü içselleştirmiş ve AKP’lileşmiş olma olasılığınız çok yüksek olabilir. Gizli bir Reis fanı bile olabilirsiniz!

Fıkra, hâlâ Kanada’nın Birleşmiş Milletler daimi temsilcisi görevinde olan Bob Rae‘nin eski bir konuşmasında geçiyor.

Fıkraya gülerek hangi ideolojiyi yeniden üretiyor ve pekiştiriyoruz?

Bu dünyada herkes birbirine karşı ve birbirinin rakibidir; hiçbir arkadaşımıza gerçekten güvenemeyiz; başımız zorda kalırsa yalnız bırakılırız; kendi çıkarımız söz konusu olduğunda başkalarının bizim için bir değeri olmamalı; sadece en güçlü olan hayatta kalabilir ve hayatta kalmak için arkadaşımız dahil herkesi yenmeliyiz…

***

Fıkra örtük olarak, tehdit karşısında işbirliği yapmanın, zorluklara karşı dayanışmayı artırmanın, kendi çıkarımız ile içinde olduğumuz grubun çıkarını bütünleştirmenin ve başkalarının acısının ortağı olmanın bizim zararımıza olacağı mesajını iletiyor.

Geçen hafta orta sınıfın politik çöküşü derken muradım bu haldi. 1980 öncesi orta sınıfın yaygın ideolojisi neydi? İşçi sınıfının hakları için militan sendikacılık, üniversitelerde öğrenci örgütlenmeleri, mahallelerde dayanışma ve direniş komiteleri, devleti, sermayenin sömürüden elde ettiği kârı vergilerle alarak kamusal sağlık ve eğitim için harcamaya zorlama. Toplumcu, dayanışmacı, ortaklaşmacı zihinler. O yüzden üniversite öğrencileri Ege köylerine, Çukurova’ya tarım işçilerine yardım etmeye gidiyorlar, Deniz Gezmiş ve arkadaşları Zap Suyu’na köprü yapıyor, ODTÜ öğrencileri Terzi Fikri ile Fatsa’da sokakların çamurunu birlikte temizliyordu.

Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçe yaşama ruhu, “bireyciliğin” en “vahşi” halini içselleştiren ve “her koyun kendi bacağından asılır”ı kader haline getiren bir ideolojik dönüşüme uğratıldı.

***

Yetmişler ve seksenler boyunca solkırımla dayanışmacı zihinler yok edilirken, toplumun büyük çoğunluğu, yiyecek, barınma, eğitim, sağlık, katılımcı demokrasi gibi temel insan hakları için ortak mücadele edenler yerine en pırıltılı örneği yine bir ODTÜ’lü hem de okul birincisi Ali Babacan’la özdeşleşmeye itildi. Sol kırılırken, öldürülürken, işkencelerde, cezaevlerinde “terörist” diye düşmanlaştırırken, Cüneyd Zapsu, Egemen Bağış alkışlandı. Uğur Mumcu gazeteciliğinin yerine Ahmet Hakan, Abdülkadir Selvi gazeteciliği pazarlandı.

Yukardaki fıkraya öfkelenenleri çağıran bir siyaset, kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz çağrısını hatırlatan bir siyaset. “Kaplanın” sıçramak için ayağını basacağı geçmiş orada bizi bekliyor.