Google Play Store
App Store

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıkışık bir lider olduğunu belirten Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki, rejimin kriz içinde olduğunu söyledi. Selçuki, “Toplumun esas gündemi ekonomi gibi can alıcı sorunlar” dedi.

"AKP-MHP krizinin kaynağı kendileri"
Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki, BirGün’ün sorularını yanıtladı. (Fotoğraf: BirGün)

Öncü DURMUŞ

Ülkede başta ekonomik kriz olmak üzere, geleceksizlik, güvencesizlik, gericilik gibi can yakıcı sorunlara karşı toplumun hemen hemen her kesiminden rejime karşı itirazlar yükselmeye devam ediyor.

Bu şartlar altında özellikle yerel seçimlerin ardından krize sürüklenen iktidar bloku ve değişim iddiasını güçlendiren muhalefet cephesi ise yeni dönemde pozisyon alma gayretinde. Siyaset gündemine damgasını vuran yumuşama, normalleşme tartışmaları ise yeni dönem yol arayışlarına dair arayışları ortaya çıkartıyor.

Bu tartışmaların kamuoyuna yansımalarını Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki değerlendirdi.

Yerel seçimler sonrasında siyasetin yeni dengeleri oluşmaya başladı. Muhalefet ivme kazanırken iktidarın toplumsal desteğini artık kaybetmeye başladığını gördük. Kamuoyu araştırmalarına bu nasıl yansıyor? Muhalefetin ivmesi sürüyor mu?

Seçimden sonra nisan, mayıs ve haziran ayları olmak üzere üç tane araştırma yapma şansımız oldu. Halk arasında iktidar desteğini yitirmeye, muhalefet de kazandığı ivmeyi sürdürmeye devam ediyor. Ancak ortaya çıkan oy oranları oldukça yanıltıcı olabilir. Bu sebeple şu an için önemli olan partilerin sıralamasıdır. Sıralamada CHP'nin birinci parti olma durumu devam ediyor. Uzun zamandır ilk defa Erdoğan birinci lider çıkmıyor. Üçüncü çıkıyor. Yani birinci Mansur Yavaş ikinci Ekrem İmamoğlu üçüncü Erdoğan. Özgür Özel de Erdoğan'a çok yakın bir yerde. Özel de başarı puanı açısından Kemal Kılıçdaroğlu'nun hiç erişemediği seviyelere geldi. Bu tabloda Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun Erdoğan'ın önüne geçmiş vaziyeti ise Erdoğan'ın puanı düştüğü için olmadı. Bu Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın puanı arttığı için oldu.

Biz bu araştırmayı Eylül 2019’dan beri her ay yapıyoruz. İlk defa Erdoğan'ın birinci lider çıkmadığı bir anket gördük. Demek ki seçmen Mart'ta oluşan seçim sonuçlarından memnun.

Peki, bu şartlardaki muhalefetin aldığı pozisyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Araştırmalara göre muhalefetin ürettiği siyasetten "Toplum memnun" demek için henüz çok erken. Bunun işaretleri mevcut ancak henüz yeterli değil. İmamoğlu da Yavaş da 2019 seçimlerinden sonra kendilerine verilen bu fırsatı iyi değerlendirdi. Sonuç itibarıyla insanlar "CHP bu işi yapabiliyor" demeye başladı. Önümüzdeki sürecin en önemli tarafı ise belki de bu. Özellikle CHP’nin eline geçirdiği fırsatı iyi değerlendirmesi toplumsal muhalefetin dinamikleriyle hareket etmesi önemli.

ÜST SİYASET KURGUSU İLGİ ÇEKMİYOR

Peki bu yumuşama tartışmalarının halka yansımaları nelerdir? Halk bu tartışmaları olumlu buluyor mu?

Açıkçası Erdoğan ve Özel arasındaki görüşmelerin şu anda toplumla alakası yok. Bu görüşmeler siyasetin gelecek kurgusuyla, pozisyon almakla alakalı meseleler. Halkın en büyük beklentisi iktidarın yarattığı can yakıcı sorunlara çözüm bulunması. Bu görüşmeler ise o amaçla yapılmıyor. Daha çok 2028’e giden süreç için siyasetin üst kurgusuyla alakalı pozisyon arayışları diyebiliriz. Ancak yine de CHP görüşmelerden pratiğe dair bir takım gelişmeler çıkarmak istiyor. Özel’in Erdoğan karşısında sunduğu talepler bunun içerisinde yer alıyor. Öte yandan Bahçeli’nin açıklamaları da meselenin toplumla değil siyasetle alakalı olduğunu ortaya çıkartıyor.

18 AY İÇİNDE ERKEN SEÇİM OLMAZ

Toplumun ciddi manada sorunlara kitlendiğini söylediniz. Peki, sorunları yönetemeyen bir iktidar ve MHP ortaklığı ile kurulan rejimin krizi halka nasıl yansıyor?

Erdoğan artık eskisi gibi bir hareket kabiliyetine sahip değil. Rejimin olanca krizi etrafında açıkçası zamana ihtiyacı var. Onun açısından ise bu zaman diliminde de muhalefeti dizginlemesi elzem. Rejim kendi krizini aşabilir mi sorusunun cevabı Erdoğan’ın bir 18 aya ihtiyacı olduğunda yatıyor. Çünkü Şimşek programı, iktidarın anladığı anlamda başarıya ulaşacaksa böyle bir zaman gerekli. Sonuç olarak Erdoğan önümüzdeki dönem içerisinde bu politikada ısrarcı bir pozisyonda kalacaktır. Önümüzdeki 18 ay içerisinde erken seçim olma ihtimalini görmüyorum.

Rejimin krizi ve geleceği açısından ise Erdoğan, neredeyse herkesle görüşmeye mecbur. Buradaki önemli nokta MHP’nin durduğu çizgi. Rejim inşasını beraber gerçekleştirdiği MHP, Erdoğan için çoğu zaman artık cazip değil. Birbirlerine hâlâ muhtaçlar ancak Erdoğan açısından düşünüldüğünde Anayasa değişikliği ya da 50+1’in değiştirilmesinden başka bir yol yok. Bunun için size küsen bir takım seçmen gruplarını barışmaya çalışmalısınız. Ki buradaki en büyük kitle Kürtlerdir. Ancak MHP ile yan yana bu ihtimal oldukça zor gözüküyor. Ya da mevcut rejimi revize ederek artık 50+1’e ihtiyacınız olmayan bir düzen yaratabilirsiniz. Dolayısıyla tartışmalara bakarken Erdoğan’ın her iki ihtimalde de işbirliklerine ihtiyacı olacak. Bunu bilen Erdoğan ise bir taraftan MHP ile ortaklığını bozamasa bile diğer yandan CHP’nin temsil ettiği kitleyle de ‘barışmak’ için hamleler gerçekleştiriyor.

Rejimin devamlılığı açısından Erdoğan MHP ile yol yürümeye devam etse de MHP günden güne Erdoğan için iyi bir partner olmaktan çıkıyor.

AKP MHP ikilisi krizi aşabilir mi?

Erdoğan’ın uygulamaya geçtiği kemer sıkma politikaları da rejimin ülkedeki uygulamaları da desteksiz yürüyecek şeyler değil. Zaten toplumun desteğini yitirmeye başlayan rejimin ayakta durması için içerideki çatışma durumuna rağmen ittifakın ayakta kalması ve birbirine destek sunması gereklidir. Bu sebeple Erdoğan’ın 18 aya ihtiyacı var dediğim gözlemimde MHP ile ilişkileri de içine katıyorum. Erdoğan kendi planlarını hayata geçirmeye başlayana kadar MHP’den kopamaz. Ancak işler onun açısından iyi gitmeye başlarsa sırtındaki kamburu da atmaktan çekinmez.

AKP-MHP ikilisi birbirini desteklemek zorunda. Örneğin Şimşek’in kemer sıkma politikaları, salt anlamıyla bir uygulama meselesi değil, bir yönetme meselesidir. Çünkü bunun bir bedeli vardır ve bu bedel de oldukça ağır olabilir. Bu politikalar, yavaş yavaş işsizliği, iflasları artıracak, yoksulluğu derinleştirecek. Bunun da toplumsal tepkileri olacak. O nedenle bu tip programları uygulanmasından öte yönetmesi, siyasi bir irade ortaya koyması ve bir mutabakat gerekli. Tüm bu şartlarda ise kriz aşılır mı sorusunun yekten cevabı olamaz. Neticede krizin kaynağı da rejimin kendisi.

İktidarın toplumsal desteğini yitirdiğini ve meşruiyet krizinin de olduğu artık gözle görünür. Ekonomik kriz, gerici uygulamalar, baskı politikalarının devamı gibi sorunları da düşünürsek iktidar ve muhalefet arasındaki seçmen yapısındaki yüzde 50’ye 50 dengesi bozuluyor mu?

Rejim içi çatışmada AKP’nin yenilenme hikâyesi mümkün gözükmüyor. AKP hiçbir zaman hak hukuk mücadelesinden, insan haklarından yana bir perspektif geliştirmedi. Tüm iktidarı boyunca çeşitli eşiklerde tüm bunlar iktidarın kullanışlı aparatı oldu. Rejim krizinin seçmen üzerinde yansıması ise tıpkı görüşmelerdeki üst siyaset noktasıyla benzer. Çünkü toplum ciddi manada ekonomiye kitlenmiş durumda. Siyaset kurgusu değişiyor ancak halkın kanalları hala tıkalı diyebiliriz. Örneğin İYİ Parti’nin yüzde 14-15 ile başlayan seçmen yapısı hâlâ bir yerlerde duruyor ama nerede duracağı belirsizliğini koruyor. Zafer Partisi ya da Yeniden Refah Partisi’nin seçmen yapıları nereye doğru evriliyor net değil. Bunların bir kısmını CHP alma iddiasında ancak ekonomik, toplumsal, politik krizden rahatsız olan ve tepki veren seçmenin hâlâ tek bir adresi yok. Bu anlamda İktidardaki erime sürse bile muhalefet cephesine yansıması ne boyutta olacak bunu söylemek için henüz erken.

Son 3 ay içerisinde yaşanan Van mazbata krizi, 1 Mayıs tutukluları, Kobani ve Gezi Davası, Hakkari’ye atanan kayyum ve yumuşama tartışmalarında da Bahçeli tarafından dillendirilen terör söylemini düşündüğümüzde, rejimin güvenlik üzerine kurduğu söylemler seçmene nasıl yansıyor?

Seçimlerden sonra Oksijen Gazetesi’nde Ali Yaycıoğlu’nun ‘Bu saatten sonra Erdoğan ile devlet birdir’ anlayışından sıyrılmamız lazım diye bir değerlendirmesi vardı. Ben de buna oldukça katılıyorum. Erdoğan artık eskisi gibi bir lider değil.  Toplumsal karşılık olarak, ‘Az daha dişinizi sıkın, biraz daha müsaade edin düzeleceğiz’ gibi söylemlerin karşılığı yok. 2018’de verin yetkiyi görün etkiyi diyen bir anlayış ülkeyi adım adım felakete sürükledi. Mayıs’ta yine aynı söylemler kuruldu. İşte uçak, gemi, arabalar meydan meydan dolaştırıldı. Ancak günün sonunda öyle bir şey yaratıldı ki milli güvenlik sorununun kendisi ekonomi oldu. Dolayısıyla artık güvenlik söylemleri seçmen nezdinde ikinci plana düşmeye başladı.

Üst siyaset kurgusunu vurguladınız. Ancak halk siyasette hâlâ çözüm bekliyorsa erken seçim tartışmaları yurttaşa nasıl yansıyor?

Aslında normal şartlarda belki evet insanların doğrudan talebi erken seçim olabilirdi. Ancak günlük kaygılar, koşuşturmacalar arasında vatandaşın düşüncesi böyle akmıyor. İnsanlar daha çok çözüm aramakla meşgul oluyorlar. Emekliler, gençler, kadınlar zor şartlar altında ve siyaset buradan besleniyor. Ancak özellikle şehirli kesimler de artık bu kervana katıldı. Bu kesimin etkin ağırlığı ise öncelikli olarak erken seçimden öte bir nebze olsun durumun düzeleceği, çözüm önerilerinin konuşulması ve uygulanması olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla CHP’nin şu an için halk ne derse onu yaparız tavrını doğru buluyorum. Rejimin ayak oyunlarına takılmayan bir muhalefetin halkla birlikte hareket etmesi.