AKP milletvekilleri, eğitim bakanından okullara ahlak veya edep dersi konmasını istedi. Bakan ne istediğini bilmeyen vekillerine müfredata ahlak dersi konulunca ahlaklı olunmuyor dedi.

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Hz. Muhammed'in Hayatı, Temel Dini Bilgiler, Kuran'ı Kerim derslerini yeterli bulmayan milletvekillerinin ayrıca ahlak veya edep dersi istemesi hiç kuşkusuz bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Fakat gelin görün ki dini derslerin sayısı arttıkça ihtiyaç da artıyor! Çünkü insanları ahlaki olmayan utanç verici tutum ve davranışlardan uzak tutmak için anlatı tek başına yeterli olmuyor, önemli olan pratik. En önemlisi de o dersi isteyenin ve öğretenin pratiği. Eğitim Bakanı Mahmut Özer, elindeki veriyi kamuoyuna kapalı ortamda milletvekilleriyle paylaşmış: Vekillere bu tezi sizin üzerinizde denedik ve doğrulayamadık anlamında "Cari açık dersi koymakla cari açık düşmüyor!" demiş. Bakanın elindeki veriye dayanıp bu talebe direneceğini sanmıyorum. Ahlak ya da başka bir ad altında yeni bir dini dersin pek yakında müfredattaki yerini alacağını söyleyebiliriz.

Çünkü bir hafta sonra da Diyanet, "Bilgi ahlakı ve eğitim" konusunda eğitim kurumlarının daha fazla inisiyatif alması gerektiğini söyledi. Diyanetin, milletvekillerinin talebinin gerekçesi niteliğindeki 41. İl Müftüleri Bildirgesi'nin o maddesi tam olarak şöyle "İnsanı varlık aleminde seçkin kılan temel yeteneklerinden biri, onun bilgi sahibi olabilmesi ve bilgiyi kullanabilmesidir. Ancak bilgiyi değerli kılan onun bir ahlak ve hukuk zemininde üretilmesi, öğretilmesi ve işlenmesidir. Bugün insanın kendisiyle ve çevresi ile yaşadığı sorunlar bilgi ahlakının ve eğitimin önemini daha da belirginleştirmekte, eğitim kurumlarının ve eğitimli insanların sorumlulukları her geçen gün artmaktadır. Bu sebeple, güncel ihtiyaçların giderilmesi ve çağın meselelerinin çözümü noktasında eğitim kurumlarımızın daha fazla inisiyatif alması, hayatın gerçekleri ve toplumun pratikleri ile uyumlu bir müfredat geliştirilmesi gerekmektedir."

Doğru bilgi ve davranışa eğitim yoluyla ulaşılabileceği, kötülüğe bilgisizliğin neden olduğu Sokratik çıkarımdan hareket eden Diyanetin "loji"si olmayan bu epistemik önermesine bir itirazınız var mı, benim yok.

Diyanetin, üretilip işlendikten sonra eğitim yoluyla öğretilen bilginin daha değerli olduğunu söylemiş olması bir sorun teşkil etmez, aksine bilimsel bilginin hakkını teslim etmesi bizi mutlu eder. Fakat konu ahlak eğitimi olunca sınırını hatırlatmak gerekir. Ahlak, hiçbir İslamcının özellikle Diyanetin bulaşmaması gereken hassas bir konu. Sosyal bir kurum olarak tarafsızlığı dahi ahlaki açıdan sorgulanması gereken Diyanet, kurumsal suçları (çocuk istismarı, ayrımcılık, bir partinin yanında gündelik siyasete katılması, kamu bütçesini başkan ve bürokratlarının hazzını tatmin amacıyla kullanması vb.) dışında son yirmi yılın siyasi suçlarının (adaletsizlik, siyasi ve ekonomik eşitsizlik, yolsuzluk, rüşvet vb.) da ortağı. Dolayısıyla ahlak, günümüzde din ve dincilerin üzerinde akıl yürüyeceği, başkasına telkinde bulunacağı bir konu, toplumun, kendisine karşı suç işlemiş kişi ve kurumlardan alacağı ders değil.

Diyanetin ve İslamcı siyasetçilerin ahlak ve hukuk zemininde üretilen bilgiyle ne işi olabilir? Bir de bu bilginin öğretilip işlenmesinden yani bilimsel süreçlerden geçmiş olmasından söz ediliyor. İlginç, ilginç çünkü dinler, bilginin, deneyimlerin zihinsel işlemden geçerek elde edildiğini kabul etmez. Bunu kabul eden Tanrı’yı inkâr etmiş sayılır. Dinler için bilgi, Tanrı’nın insanın kalbine yerleştirdiği ve insanın kullanıcısı olduğu sezgisel bir "şey"dir. O nedenle dinler "Güncel ihtiyaçların giderilmesi ve çağın meselelerinin çözümü"ne eğitim yoluyla elde edilip işlem görmüş bilgi ile çare aramaz. Bu Tanrı'yı bir kez daha inkar etmek olur.

İslamcılar Tanrı'yı açıkça inkar etmeyeceğine göre bildirgeyi kaleme alan, Gazali diye yanlışlıkla Aristoteles'in bilgi teorisine bakmış olabilir: Aristoteles, bilginin Tanrısal olmadığını, ona duyular ve akıl yürütme yoluyla sahip olduğumuzu, bir şeyi bilmenin onun nedenlerini bilmek olduğunu söyler. Gazali ise bilgiyi Tanrı dışında arayanlara zındık der. Bunu bildirgeyi yazana da dağıtan da okuyana da hatırlatmak isteriz. Aksi halde Gazali'nin gazabına uğramaları kaçınılmazdır!

Ahlak, Hristiyanlıktan dört yüz elli, İslam'dan bin yıl önce tanımlandığı gibi yaşayan bir kavram: Demokritos (MÖ. 460) ahlakı ruh dinginliği olarak tanımlamış; ardılları Sokrates, Platon, Epikuros, Aristo ve Kant'a kadar yüzlerce filozof ruh dinginliğine (mutluluğa) erdemle ulaşılacağını, erdemin de adil, ölçülü, iyi olmakla birlikte cesaret gerektirdiğini söylemişler, yazmışlar ve uğruna ölmüşler. Filozoflar ruhu, fizik dünyanın çekiciliğine ölçüsüzce kapılmaktan korurken din adamları ruhunu parayla sattı. Diyanet "Hayatın gerçekleri"ni, "Güncel ihtiyaçları" dert ediniyorsa, kurban etinin eşit pay edilmesine indirgediği adaleti, emekçilerin ulusal gelirden aldığı payı yüzde 50 oranında düşüren iktidarlarına bir çift söz etmeliydi. İnsanlar başını sokacak ev, öğrenciler yurt bulamazken yoksulların vergisiyle cemaatsiz cami yapmayı, kilometrede bir litre benzin yakan milyonluk araca binmeyi ahlaki bulan birilerinin iki bin beş yüz yıllık kavramın (ahlakın) içini boşaltmasına müsaade edemeyiz.