İktidar el artırdı ve Boğaziçi Üniversitesi’nin altına dinamit koydu. Üniversiteye hukuk fakültesi ve iletişim fakültesi açma kararı vererek ajandasını açıkladı. Demokrasilerde “ben istedim oldu” mantığının ülkeyi getirdiği nokta bellidir. Açıkça ifade etmek gerekirse Cumhuriyet tarihinin en kötü ve vasat yönetimi ile karşı karşıyayız.

AKP’nin Boğaziçi ajandası

EFKAN BOLAÇ

"Zorbalık; zorbalıktan değil, onsuz elde edilemeyecek kazançlardan doğar"

Bertolt Brecht

Akademik özgürlük nedir? Anlatmaya buradan başlayalım.

Akademik özgürlük, hiçbir baskı ve etki altında olmadan bilimsel faaliyette bulunmak ve bu faaliyetin sonuçlarını ifade hürriyeti bağlamında açıklayabilmektir. Bunu sağlamanın en önemli koşulu ise bilimsel faaliyette bulunanların bağlı olduğu akademilerin, bağımsız ve özerk olmasıdır. Bu, bir ülkenin aydınlanma politikasının belirtisidir. Akademisi özgür olan ülkelerin halkları da görece özgürdür.

1980 Darbesi, akademik özerklik ve özgürlüğü yok etti ve sistem siyasetin istediği tipte akademisyenler yaratılmasına doğru evrildi. Cunta tarafından kurulan yükseköğretim kurulu, akademilerde özgürlüğün zerresini bile bırakmadı ve akademileri vesayet altına alarak bilimsel faaliyet özgürlüğünü yok etti.

3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde yeni kurulan AKP’nin pek çok vaadinden biri de “YÖK”ü yok edeceğiz” idi. O yıldan beri tek başına iktidar olan parti, bırakın YÖK’ü yok etmeyi daha da büyüttü. Yetmedi kurum, Cumhurbaşkanlığı’na bağlanarak siyasetin bir aracı haline getirildi.

Kalan son akademik özgürlük damlaları da 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında iktidarın fırsatçılığı sayesinde yok edildi. Her ne kadar akademi can çekişse de teamüllerin bir kısmı hala işlerliğini koruyor, göstermelik de olsa rektörlük için seçimler yapılıyor ve üniversiteler seçimle kendi rektör adaylarını YÖK’e bildirebiliyordu. OHAL kararnamesiyle bu durum da ortadan kaldırıldı. Her şey tek bir kişinin yetkisine verildi. Fethullahçı çeteyi tasfiye etme için kullanılan kararnamelerle demokrat akademisyenler de tasfiye edildi. “Allah’ın lütfu” dedikleri OHAL sistemi AKP’nin yeknesak eğitim sistemi için bulunmaz bir nimet oldu.

Akademik özgürlüğün giyotine vurulduğu bugünlerde, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar ise sabrı taşırdı.

Rektörlük vasıflarına uymayan, devlet memuru olmayan ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olmayan biri atandı. Tartışma büyüdü. Rektör olarak atanan kişinin hem kişisel olarak hem de temaüller açısından bu makama uygun olmadığı anlatılmaya çalışıldı. Liyakat sahibi bir rektör değil AKP Üyesi olması hasebiyle atanan kayyım rektör olduğu ortadaydı.

İktidar partisi tüm tartışmalara kulak tıkadı. Onlara göre, tek seçici cumhurbaşkanıydı ve yetkileri tartışılamazdı. Oysa demokrasilerde seçilmiş kişinin mutlak iradesi diye bir şey yoktu ve seçilmiş olması onun tasarruflarının tartışılamayacağı anlamına gelmiyordu.

Bunca tartışma sonrası geri adım atılmayacağı anlaşılınca bu sefer öğrenciler ve kamuoyu itirazlarını protesto ve açıklamalarla göstermeye başladı. Ancak iktidar bildiği en iyi şeyi yaparak itirazları baskıyla ve gözaltılarla susturmaya çalıştı. Akademinin asli unsurları olan öğretim görevlileri ve öğrenciler üniversite içinde seslerini yükselterek taleplerini duyurmaya başladı. Talepleri gayet açık ve netti :

►Kayyum rektör Melih Bulu istifa etsin,

►Üniversitelerin kararları ve rektörler üniversitelerin iradesiyle belirlensin,

►Gözaltındaki öğrenciler serbest bırakılsın.

Öğrencilerin bu taleplerinin hemen ardından valilik öğrencileri suçladı. Öğrencilerin evlerine şafak baskınları yapıldı. Akademinin kapsına vurulan kelepçe ise ne Milli Eğitim Bakanı’nı ne de İçişleri Bakanı’nı rahatsız etti.

Hatta İçişleri Bakanı kendisinden beklenecek şekilde daha da ileri giderek protestolara katılan öğrencileri terörist ilan etti. Gözdağı niteliğinde olarak gözaltına alınan ilk kişiler serbest bırakıldı. Ancak daha sonra herkesin bildiği üzere üniversite içerisinde yapılan bir sergide bulunan kolaj çalışması sebep gösterilerek öğrenciler gözaltına alındı. Gözaltına alınan öğrencilerden Doğu Demirtaş ve Selahattin Uğuzeş tutuklandı ve iki öğrenci hakkında da ev hapsi kararı verildi. Tutuklanan iki öğrenci cezaevine “bundan sonrası sizde” diyerek gitti. Mesajları Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine ulaştı. Öğrenciler durumu protesto etmek için kamuoyunu desteğe çağırdı.

1 Şubat 2021 günü kamuoyu yapılan çağrıya uyarak saat 17:00’de güney yan kapıya geldiğinde polis şiddetine uğradı ve 106 kişi gözaltına alındı. Rektörlük önünde, kayyım rektörden bilgi almak isteyen 51 kişi de üniversite içine polis çağrılarak gözaltına aldırıldı.

Öğrenciler gözaltındayken yapılan açıklamalar ise korkunç açıklamaların yargıya müdahale etmesi şaşırtıcı olmadı. Yargı, siyasetin sopasıydı. Akp genel başkanı öğrencileri teröristlikle itham etti, iktidarın diğer ortağı ise öğrencileri yılan olarak gördüğünü ve başlarının ezilmesi gerektiğini açıkladı.

Öğrencilerin sorgularında net bir şekilde tutanağa da geçirterek “yaptığımızın suç olduğuna inanmıyoruz” dediler. Avukatlar olarak bizler de yargının bağımsız olmadığını, siyasetten etkilendiğini ve öğrenciler üzerinde yargı sayesinde güç gösterisi yapılmak istendiğini söyledik ve öğrencilerin haklı ve meşru itiraz haklarını cezalandırılamayacağı belirttik.

Belki avukatların savunması, belki de BM, ABD ve AB’nin öğrencileri serbest bırakın çağrısı işe yaradı. 51 öğrencinin tamamı haftada bir imza ve yurtdışı çıkışı yasağı adli kontrol tedbiriyle serbest kaldılar.

“Terör örgütleri ile bağlantısı var” dedikleri öğrencilerin hiçbiri bu suçlamayla tutuklamaya sevk edilmedi.

Öğrencilerin serbest kalması bize ne anlatıyor diye düşünürken, Kadıköy’de yapılmak istenen destek açıklamasında gözaltılar devam etti. İki kişi, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa ve polise görev yaptırmamak için direnme nedeniyle tutuklandı. Şu anda 4 kişi Boğaziçi protestoları sebebiyle tutuklu. Bu kadar basit nedenlerden ötürü yapılan tutuklamalar iktidarın kendisine itiraz eden herkesin sesini keseceğine yönelik yeni bir gözdağıydı.

Şimdi ise iktidar el arttırdı ve Boğaziçi Üniversitesi’nin altına dinamit koydu. Üniversiteye hukuk fakültesi ve iletişim fakültesi açma kararı vererek ajandasını açıkladı. Oluşan şüphe ve beklenti şu ki; Boğaziçi, iktidarın akademisyenleriyle doldurulacak ve ardından bir müddet sonra, burası üniversiteye yetmiyor denilerek ülkenin en para eden toprakları ranta açılacak.

AKP’nin asla akademik özgürlük ve özerklik diye bir derdi olmadı ve olmayacaktır. Baskıcı bir anlayışla ülkedeki sorunları çözmeye çalışan yönetim, elinde çekiç taşıyarak her itiraz edeni çivi gibi görüp çekiçle dövmeye çalışmaktadır.

Demokrasilerde “ben istedim oldu” mantığının ülkeyi getirdiği nokta bellidir. Ülke, hukuk devleti olmaktan çıkmış, özgür olmayan ülkeler ligine düşmüş ve hukukun üstünlüğü ve yolsuzluklarla mücadele konusunda diplerde sürünmektedir. Açıkça ifade etmek gerekirse Cumhuriyet tarihinin en kötü ve vasat yönetimi ile karşı karşıyayız.

Akademik özgürlüğün, siyasileri ve güç odaklarını neden rahatsız ettiğini anlıyoruz. Yarattıkları baskı politikası sekteye uğrasın istemiyorlar. Kişilerin mutlak iktidar hırsı halk içerinde karşılığını bulursa toplumsal yarılmaya sebep olur.

Eylül 1937’de Mussolini‘nin Berlin’de yaptığı konuşma, mutlak iktidar sahiplerinin demokrasiyi nasıl resmettiğini de yansıtmaktadır : “Günümüzün en güçlü ve aşikar demokrasisi İtalya ve Almanya’da mevcuttur”.

Albert Camus’un dediği üzere, “Kişisel huzuru ve mutluluğu korumak için, haksızlığa karşı direnmek gerekir."