“Lâiklik, devletin hiçbir inanç sistemi­ni desteklememe yükümlülüğü altına gir­miş olması demektir.

“Lâiklik, devletin hiçbir inanç sistemi­ni desteklememe yükümlülüğü altına gir­miş olması demektir. Bu yükümlülük doğrudan doğruya bireysel hak ve özgür­lüklerin esasını oluşturur. Dolayısıyla lâik devlet, insanların bireysel özgürlük alanlarına hem bir dinsellik adına, hem de din gibi yüceltilerek otoriterleştirilmiş bir soyut bilim veya akıl adına tecavüz edemez. Bu bakımdan, Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Okulları ve ben­zeri türden devlete bağlı din örgütlenme­si lâiklikle bağdaşmaz. Aynı biçimde, in­sanların belirli bir inanç sisteminde, bir fikre ya da bir ideolojiye bağlı oldukla­rından bahisle ve bu yüzden aşağılanma­ları veya yüceltilmeleri, özgür kılınmala­rı veya özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları da lâiklikle bağdaşmadığı gibi demokratik devlet anlayışına da tü­müyle terstir.

Bu nedenle, hem ilkeler hem de uygu­lama düzeylerinde insanların özgürlükle­rini kısıtlayıcı devlet tasarruflarının tü­müne, başta üniversiteler olmak üzere tüm kamusal kurumlarda insanların özgür katılımını kısıtlayıcı kılık-kıyafet normlarına ve devletin bu tür düzenle­meler yapma yetkisini kendisinde gör­mesine karşıyız. Bu karşı çıkışımız bir dinsel inanç sistemini insanlara empoze etmeyi amaçlayan 12 Eylül 1980 sonrası devlet uygulamalarına yönelik olduğu kadar, Atatürkçülük adına devletin insan özgürlüklerini, lâiklik olduğu iddia edi­len bir başka inanç sistemini ölçüt alarak kısıtlaması gerektiğini vurgulayan görüş ve eylemlere de yöneliktir.”

Bu, neredeyse 21 yıl önce yayınlanmış bir bildiri. Üniversite hocaları, sırtlarında cübbeleri Anıtkabir’e yürüyüş yapmış, başörtülü öğrencilerini ‘ata’larına şikayet etmişlerdi, aynı cübbeden bir tanesinin de Kenan Evren’e, hem de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde törenle giydirildiğini hiç mi hiç dert edinmeksizin. Birkaç gün sonra, ki iyi hatırlıyorum Cuma’ydı, öğleyi biraz geçe Hamdi Mollamahmutoğlu (müftü çocuğu, bayağı Müslüman, namazdan yeni gelmiş), Levent Köker (siyasal meşrebine uygun, koridorda ‘serbest dolaşım’ .hâlinde) ve ben (üzümü, mümkün olan en inceltilmiş biçimiyle tüketirken) tesadüfen bir araya geldik; konuşurken fikir benden çıktı, sonra da oturduk bu metni kaleme aldık. O zamanlar, değil enternet, cep telefonu bile yok; bizim okuldan 50 kadar arkadaş imzalayıp gazete ve dergilere dağıttık: Çok değil ama, belirli bir yankısı oldu.

 
Yargıtay Başsavcısı, AKP’ye karşı kapatma davası açınca da, bu sefer bir başıma aşağıdaki metni kaleme aldım; niyetim, imzaya açıp bildiri olarak yayınlanmasını sağlamaktı: “Laiklik, devletin bütün dinsel inançlara eşit mesafede bulunma ve hukuksal düzenlemelerde dini meşrûluk temeli olarak almama ilkesi olup, yurttaşların yaşam biçimlerinden bağımsız olarak aynı bir hukuk karşısında eşit olmalarının temel güvencesidir: Laiklik, yaşam biçimini seçme özgürlüğü  -de- demektir. Durum böyle iken, laikliği belirli bir yaşam biçimi olarak görüp tanımlamak, laik bir yaşam biçiminden söz etmek, her şeyden önce laikliğe aykırıdır. Ancak böyle bir şeyin, laik bir devlette yüksek devlet görevlileri tarafından yapılıyor olması, sadece laikliğin değil, aynı zamanda devletin demokratik hukuk devleti olma niteliğinin de, devlete laiklik veya herhangi başka bir ilke adına yurttaşlarının yaşam biçimini belirleme yetkisi tanıyan bir totalitarizmin tehdidi altında olduğu anlamına gelir.” Başörtüsüne özgürlük deyip zıp zıp zıplayan ve bildiri yayınlayanlar, bu metne  AKP’yi destekleyen, yargıyı ise zemmeden eklentiler yapmak isteyince, ben de hemen vaz geçtim bu teşebbüsten.

AKP, her zaman ve her konuda olduğu gibi, türbanlı kızlar konusunda da işi kapkaççılığa vurmuş durumda. Derdi, özgürlük ve demokratikleşme tabiî ki değil. Ama bunun karşısında yapılacak olan, onların oyununa gelip insanların başı örtülülüğünü gerçekten bir problemmiş gibi çözmeye kalkmak, hele AKP’yle yapılan bir maçmış gibi ele alıp belirli noktaların savunmasına odaklanmak kesinlikle değil: Kişiyi, vücudu, ama özellikle de siması itibariyle isimsiz kılmadığı, yani belirli bir kişi olmaktan çıkartmadığı (çarşaf, burka, peçe vb…) ölçüde, her türlü örtünmenin, üniforma gerektirenler hariç bütün faaliyet alanlarında serbest bırakılması; meclis üyeliği, belediye veya devlet başkanlığı da dahil.

Son söz olarak: Gerçekleştirilmesi, en kolay olmanın yanı sıra en gerekli de olan ‘zorunlu din derslerinin kaldırılması’ yolunda değil adım atmak, laf bile etmeksizin, din ve vicdan özgürlüğünden bahseden, yeryüzünde raslanabilecek en sahtekar ve lanetlenesi insandır