Taraf gazetesinde Alper Görmüş geçen ay BirGün eleştirisi yaparken “özgürlükçüyüz ama salak değiliz” tespitimden dolayı beni

Taraf gazetesinde Alper Görmüş geçen ay BirGün eleştirisi yaparken “özgürlükçüyüz ama salak değiliz” tespitimden dolayı beni “CHP'lilerden bile daha militan bir dil taşıyan özgürlük karşıtı manifestonun sahibi” diye nitelemiş ve bir televizyon programında “Laiklik sınırlı İslamiyet'tir”  dediğimi, “laikliği devlet çerçevesinde değil toplum çerçevesinde” tanımladığımı da eklemişti. Oysa devlet çerçevesinde “laiklik”, toplum düzleminde “sekülerlik” kavramlarının isabetli olduğuna inanırım, ama önemli değil. Önemli olan “laiklik sınırlı İslamiyet’tir” şeklindeki argümanıma Alper Görmüş’ün herhangi bir AKP’liden daha militan bir dille itiraz etmesiydi. Açıkçası bu itiraza cevap vermeye de üşenmiştim. Ama Görmüş’e yanıt öyle bir yerden geldi ki, ben de şaştım.

Yeni Şafak gazetesinden Hayrettin Kahraman kendi payına “Laik ve liberal demokrasi ile İslam bir arada olamaz, bu ikisi arasında uyuşma ve uzlaşma olmaz” diye kestirip attı. Yani? Birisinin olduğu yerde diğeri demek ki ancak sınırlı şekilde olabilirdi. Yani? “Müminler”, laikliğin ve demokrasinin karşısında “inanç ve telakkilerini muhafaza ederler, uygulamayı ise imkân dâhilinde yaparlar” idi...

Cüneyt Ülsever de bu tartışmaya katıldı: Laiklik ve demokrasi ile İslamiyet’in uzlaşmaz olduğunu savunanlara “İslami klasikler”, uzlaşabilir olduğunu söyleyenlere de “İslami modernistler” adını verdi. Elbette kibar bir tasnif.  Ama şu memlekette birincilere düpedüz “yobazlar” ikincilere ise “ılımlı İslamcılar” denilirdi. İlaveten ikincilerin teolojik bakımdan sağlam bir zemine basmadıklarını, yani İslam’da reformdan, modernlikten söz etmenin (değiştirilemez kategorisindeki) “ahkâm ayetleri”ne karşı çıkmak ve hatta dinden çıkmak anlamına geldiğini de biliyorduk... Her neyse, konumuz bu değil... Ve bütün bunları polemik niyetiyle yazmadım.

Niyetim, bu tür görüşleri savunurken ve AKP iktidarını eleştirirken, “siz niyet okuyorsunuz” diye bize ahkâm kesenlerin geldiği noktayı göstermek: Hani ne oldu? AKP’nin, yani Recep Tayyip Erdoğan’ın niyeti neymiş? Laiklik, sınırlı İslamiyet olmaktan çıkınca, ılımlı İslamiyet sınırlı laiklik anlamına gelmez miymiş?

“İleri demokrasiniz”, her gün yeni bir yasak ve yeni bir uygulamayla gerilemiyor mu?

Elhak hiçbir yasak “İslamiyet adına” getirilmiyor! Bunlar günah diye heykel yasaklamıyorlarmış ki, o heykel şeymiş, ucubeymiş! Bunlar içkiyi yasaklamıyorlarmış ki... Gençlerin sağlığını düşünüyorlarmış. Yoksa siz gençlerin alkolik olmasını mı istiyorsunuz? Bunlar kız ve erkek öğrencilerin arasına 45 santim konulmasını da dinsel değil ahlaki nedenlerle istiyorlarmış. Yoksa siz namussuz musunuz? Bunlar mesela sendikaları da yasaklamıyorlarmış! Ya ne yapıyorlarmış? Torbadan çıkaracakları yeni bir kanunla, işçileri ve memurları geçici görev adı altında başka işlere gönderebileceklermiş. Peki öncelikle kimi göndereceklermiş? “Komünist, solcu sendikalara üye olanları” demeyin! Derseniz, yine “niyet” okumuş olursunuz...  Yahu bunlar zinhar kadınları çalışma hayatından alıp üçüncü çocuklarını doğurmak üzere evde de oturtmayacaklar! Sakın ha, geçici görev sürgünlerinin öncelikle kadın çalışanlara uygulanacağını söyleyince de “niyet” okumuş olursunuz.

Gizli gündemmiş, niyetmiş... Bütün bunlar geride kaldı! AKP’nin ve özellikle Erdoğan’ın artık ordudan, bürokrasiden, şundan bundan çekindiği yok. Artık liberallerin ve hatta AB’nin desteğiyle yaptıklarını meşrulaştırmaya da ihtiyacı yok. Üstelik bu süreç “şeriat tehlikesi” süreci de değil... Çünkü bir zamanlar şu gezegende nasıl “reel sosyalizm” diye bir şey peydahlandıysa, AKP eliyle de bir “reel İslamiyet” (yaşanıldığı şekliyle İslamiyet!) peydahlanıyor.  Neo-liberalizmin hizmetinde, adeta şeytan ayetleri gibi para ayetlerinin, piyasa kurallarının hüküm sürdüğü bir yaşam tarzı... Bunlar İslamcılığın da revizyonistleri ve ortodoks (yobaz ya da İslami klasik anlamında) Hayrettin Kahramanlar bu yüzden kendi çizgilerini çekiyorlar.

İşte böyle bir reel İslamcılık, kurumlaşmış muhafazakârlık zemininde totaliter bir rejim şekilleniyor. Gardırop Atatürkçülüğünden gardırop İslamcılığına geçiş zor olmadı. Yani şöyle diyeyim: Bu gidişle, mesela Tunus’ta 23 yıldır yüzde 90 oyla iktidarda kalmış Bin Ali rejimi gibi bir rejimin kapısı açılıyor.

Biz niyetlerini okuduk, Alper Görmüş itiraz etti, Hayrettin Kahraman bu niyetin asıl ne olduğunu yazdı.

Ama bizim de kendi “niyetimiz” var. “Ateş olsanız cürmünüz kadar yer yakarsınız, niyet tutsanız ne yazar tutmasanız ne yazar” diyenlere söylüyorum:

Ummadığınız taş baş yarar!

Hani işte orada Tunus diye bir ülke vardı, 23 yıldır sessiz sakin...

Ne oldu?