Ülkenin sorunlarını çözmekten ziyade karmaşıklaştıran Erdoğan yönetimi, özellikle son yerel seçim başarısızlığıyla açığa çıkan gerileyişini bir imaj inşası ile düzeltme stratejisine yaslanmış görünüyor. Son iki yıldaki gelişmeler, Trump’ın son yılında yaptıklarını anımsatıyor.

AKP’nin seçim öncesi dış siyaset kurgusu

AKP, iktidarının 20’nci yılına giderek güç kaybederek, ilerliyor. En geç 2023’te olması beklenen seçimler, iç politikada olduğu gibi dış politika gelişmelerine de yön vermeye başlamış görünüyor. Maliyetli kaynaklardan iç piyasaları rahatlatacak sıcak para akışı arayışları gibi dış siyasette de bazı başarı hikâyelerine yer açılması gerekiyor. Erdoğan’ın son Soçi zirvesinde Putin’den Türkiye’nin İdlib’den çekilme takvimini 2023 sonlarına kadar uzatmasını rica etmiş olması, yaygın konuşulan bir söylenti ve gerçek olması kuvvetle muhtemel. Ancak konunun bununla sınırlı olması mümkün değil. 2023 öncesi son yılların dış siyaset başarısızlıklarını görünmez kılmak ve yakalanacak kimi başarıları ise her gün manşetlerden vererek arşa yükseltmek, bu yeni dönemin ana kurgusu olarak karşımıza çıkıyor.


Başta ekonomi olmak üzere ülkenin temel sorunlarını çözmekten ziyade karmaşıklaştıran Erdoğan yönetimi, özellikle son yerel seçim başarısızlığı ile açığa çıkan gerileyişini bir imaj inşası ile düzeltme stratejisine yaslanmış görünüyor: Uzay programına start veriliyor, yerli araba bantta ilerliyor, İHA-SİHA’lar dünya pazarlarına kapış kapış satılıyor haberleri her Allah’ın günü manşetlere taşınıyor. Hatta AKP Genel Başkanvekili Binali Yıldırım’ın son açıklamasına bakılırsa AKP, “2023 hedeflerine en kararlı bir şekilde ilerliyor ve 2023’de Türkiye’yi dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasına sokacak”. Şunun şurası bir buçuk yılda nasıl yapılacak bu iş, orası belli değil ama önemli de değil. Kuyruğu dik tutmak ve savunma yerine saldırı taktiğini sürdürmek, sorunları kötü niyetli algılar olarak niteleyip yeni algılar inşa etmeye karar verilmiş görünüyor.

YANGINDAN MAL KAÇIRMA DİPLOMASİSİ

Komşularla sıfır sorun, stratejik derinlik, muhteşem yalnızlık, az düşman çok dost ve daha birçok siyasi motto ile ifade edilen AKP dış siyaset repertuarına bir kavram da biz önerelim: “Yangından mal kaçırma diplomasisi!”, ya da İngilizcesi ile söyleyecek olursak “fire-sale diplomacy”. Bunun Can Yücel ekolüyle çevirisi “kelepir diplomasi” de olabilirdi ama daha düz bir çeviri ile yetinelim.

Kavram özellikle Donald Trump’ın başkanlık seçimini kaybedeceğinin açıkça belli olduğu anketlerin yayınlanması ile başlayan ve görevi devredeceği zamana kadar izlediği dış siyaset için kullanılıyor. Trump bu dönemde uluslararası anlaşmalardan çekilmekle başlayıp, Obama döneminden kalan Küba ile daha ılımlı ilişki sürdürme politikasına son vermekle devam etmiş, Venezüella gerilimini iyice tırmandırmış, İsrail sağ siyasetine o güne dek hiçbir ABD yönetiminin yapmadığı ölçüde kredi açmış, üzerinde etki sahibi olabileceği yönetimle İsrail’i işbirliği içine sokmuştu. Donald Trump seçimleri resmen kaybettikten sonra bile sanki görevi devretmeyecekmiş gibi yeni planlardan bahseden ve selefi Biden’ın işini zora sokacak bir dizi adım atmıştı.
Türkiye’de özellikle son yerel seçimlerin muhalefet lehine sonuçlanması ve muhafazakâr genç seçmenin AKP saflarını ciddi oranda terk ettiğinin ortaya çıktığı son iki yıldaki gelişmeler, Trump’ın bu son yılında yaptıklarını anımsatıyor. Dış siyasette orta erimli hatta, ortalama 4-5 yıllık bir planlamayı içeren bir “hükümet programı” düzeyinde dahi bir planlamanın olduğunu söylemek çok zor. Dış işleri yetkilileri Türkiye’nin temel dış politika başlıklarında artık neredeyse hiç açıklama yapmıyorlar. Açıklamalar hep Saray’a bırakılıyor. Saray’ın elini kolunu bağlayacak açıklamalardan, olumlu ya da olumsuz olsun, itina ile kaçınılıyor. Lider’in devletlerarası görüşmelerde inisiyatif alabilmesi isteniyor. Bu süreç bir yandan bir tek adam rejiminin karar alma sürecini “tekleştirici” karakteri ile ilgili olsa da diğer yandan da orta ve uzun erimli siyasetten ziyade kısa erimli bazı kazançlara odaklanılması ile ilgili.

STRATEJİK DEĞİL GÜNDELİK KAZANÇ SİYASETİ

Keza son yıllardaki devlet başkanları düzeyindeki görüşmelerde, örneğin Biden-Erdoğan, Putin-Erdoğan görüşmelerinde, bakanlık yetkililerinin, hatta dışişleri bakanının dahi katılmadığı örnekler yaşanmaya başlandı.

Bütün bunlar, devlet düzeyinde planlı bir faaliyet olarak sürdürülmesi gereken dış siyasetin, hükümet düzeyinde planlı bir faaliyet olmaktan bile çıktığını gösteriyor.

Libya’dan Suriye politikasına, AB ile ilişkilerden, Mısır ve Yunanistan’la ilişkilere kadar pek çok ciddi başlıkta çok sık yaklaşım değiştirilmesini başka türlü açıklamak zor görünüyor. Belli ki Erdoğan en azından kendi içinde tutarlı, risklerin ve olanakların hesap edildiği bir plandan ziyade kısa erimli sonuçlar üretecek bir manevra sahasına sahip olarak yön vermek istiyor son yıllarına. Tıpkı Trump’ın yaptığı gibi.

Bu tür bir yaklaşımın bir sonraki yönetimin işini zorlaştıracak olmasını da doğrusu hiç hesaba katmıyor olmasında şaşırılacak bir yan da yok. Günü kurtarma diplomasisi önümüzdeki dönemin ana doğrultusu olmaya devam edecek. Nasıl baş edileceğine karar verilmeden S-400 konusunda izlenen tutum tam da bunun yansıması.

YENİ DÖNEM DIŞ SİYASETİNİ KONUŞMAK

Türkiye’nin yeni dönem dış siyasetini tam da buradan konuşmaya başlamak gerekir. Dış siyasetin tıpkı iç siyaset gibi demokratik karar alma süreçlerinin ürünü olması şart. Keza dış siyasetle ilgili başlıklarda ülkenin profesyonel birikimi mutlaka devrede olmalı. Bakanlık profesyonelleri, üniversiteler, farklı kamusal aktörler karar süreçlerine dahil edilmeli. Bu siyasetin alanını daraltmak değil, geniş bir tabana yaymak olacaktır. Geniş tabana yayılmış karar süreçlerinden çıkan hedefler kısa vadeli “başarılara” kurban edilmeyen gerçek bir zemin oluştururlar. İçeride ve dışarıda konsolide edilmiş bir dış siyaset yaklaşımı da süslü sözlere gerek kalmaksızın ülkenin önünü daha fazla açacaktır.

Dış siyasetin şeffaflaştırılması yanında, stratejik yönelimi demokratik süreçlerin ürünü olarak bir (halkın iradesini temsil eden manada) bir devlet siyaseti haline getirilmeli. Bugün AKP’nin en sadık köşe yazarları, dış siyaset muharrirleri bile herhangi bir konuda ne bir öngörü ne bir hedef dile getirebilir durumdalar. Ancak “reis” konuşunca konuşan, o konuşmadığı zaman çok genel ve hamasi sözlerle konuları geçiştiren dış konumdadırlar. Başlarına bir şey gelmesin diye ağızlarını açmamak temel düştür olmuş durumda.

Türkiye’nin iç siyasette olduğu gibi dış siyasette de daha zor günler yaşayacağı bir buçuk yıllık dönem önümüzde duruyor. Bu sürece en geniş muhalefet cephesinin olabildiğince ortak dış siyaset hedefleri ile de müdahale etmesi gerekiyor.

Yangın söndürme uçağı almak için hiçbir stratejik çalışma yapmayan hükümete “Mavi Vatan için çalışma yapmıyorsunuz” ya da “Yunanistan’a adaları sattınız” sığlığında milliyetçi eleştirilerle yaklaşan mevcut muhalefet anlayışı, yangından mal kaçırma diplomasisin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor. Ülke kaynaklarını talan eden beşli çetenin soygununa “kamulaştırma” siyaseti ile karşısına çıkmanın nasıl karşılığı varsa, dış siyasette izlenen yanlışlar��n faturasının da bunun ekonomi-politiğinden faydalanan kesimlere, çıkar gruplarına kesilmesi zamanı çoktan geldi. Zira en çok vatan, millet hamaseti ile konuşulan yerlerin, en akçeli sahalar olduğunu ezbere biliyoruz.