Yaklaşık 13 ay önce, 3 Mayıs 2020’de bu köşede AKP Sözlüğü-I yayımlandı. Her sözlük gibi AKP sözlüğü de sürekli genişliyor.

Yeni sözcükler genellikle, bilimsel ve özellikle de teknolojik yeniliklerin bir yan ürünü olarak doğar. AKP sözcüklerinin böyle bir özelliği elbette olamaz; AKP sözcükleri, tümüyle eskiye dönüş özelliği taşıyor.

Sorun tek başına yeni sözcükler de değil; onlarla birlikte ve bir bütünlük içinde, siyaseti, giderek eğitimi, basın-yayını ve tüm toplumu sarıp sarmalayan ilkel bir kültür oluşturulmaya çalışılıyor.

TİLAVET, İCAZET, LANET

Geçen yaz camiye çevrilen Ayasofya o tarihten bu yana AKP siyasal İslamı’nın yeni ve diğerlerinin çok üstünde, kendi deyimleriyle, bir “ilim ve irfan” merkezi konumuna yükseltildi. AKP sözcükleri de daha çok oradan kullanıma sokuluyor.

Geçtiğimiz günlerde devletin en tepesindeki üçlünün, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, TBMM Başkanı Şentop ve Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın, katılımıyla İstanbul’un fethi tarihine de denk getirilerek Ayasofya’da gösteriye dönüşen bir tören düzenlendi. Tören, Erdoğan’ın tilavetiyle başladı, sonra beyazlar içinde 136 çocuğa icazet verildi; sonrasında da Ayasofya’yı müze yapanlara, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına, zalim ve kafir destekli lanet okunarak tamamlandı.

Tilavet çok özel bir anlam taşıyor; “Kuran’ı yüksek sesle, güzel ve yöntemince okuma” anlamına geliyor; ayrılmaz bir biçimde “tilavet secdesi” deyimiyle birlikte kullanılıyor.

Günlük dilde, “izin ya da onay” anlamında da kullanılan icazet, son Ayasofya ibadeti sırasında da yaşandığı gibi, AKP sözlüğünde yalnızca belli bir din eğitimi alanlara verilen “diploma” anlamına geliyor. Diğer eğitim kurumlarını tamamlayanlara diploma verilmekte olduğuna göre, bu toplumun eğitim alanları, icazet alanlar ile diploma alanlar olarak, niteliksel olarak ikiye ayrılıyor. Bu ayrışmanın Osmanlı’yı nasıl batırdığını tarihçiler yazıyor.

Bildiğimiz kötü, berbat anlamlarının ötesinde, “Allah’ın sevgi ve ilgisinden yoksun olma” içeriği kazanan lanet sözcüğü de Ayasofya bağlamında ayrı bir anlam kazanıyor. Ayasofya’nın cami olarak açılışında Diyanet İşleri Başkanı da üstelik kılıç kuşanarak verdiği hutbede bu sözcüğü aynı anlamda kullanmış ve gelen eleştiriler karşısında da iktidar tarafından kollanıp korunmuştu. Bugünlerde Ayasofya’da Atatürk’e lanet okuyan imama yönelik eleştiriler, biraz da, “atını dövemeyen semerini döver” zavallılığını andırıyor.

Lanetçi imamın YÖK Başkanı’nın kayınpederi olması ise, doğru anlaşılırsa, söylediği sözlerden çok daha derinlikli; ülkenin siyasal İslam ağının ne kadar geniş kapsamlı olduğunu kanıtlıyor.

VAİZELER, ALİMELER

Yaşamım eğitimin içinde geçti, hiç duymadığım sözcükleri AKP’nin son yıllarında duydum. Bunlardan biri “vaize” idi ve bu sözcüğü ilk güncelleştiren, çok ilginçtir, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu oldu. Kılıçdaroğlu, İstanbul’da vaizelerle basına kapalı bir toplantı yapmış; sonrasında bir vaize “CHP bu toplantıyı yapmakta 80 yıl geç kaldı” diye açıklamalarda bulunmuş, Kılıçdaroğlu da, sanki 80 yıl önce Atatürk öldüğünde bu ülkede vaizeler varmış gibi, CHP’yi eleştiren o vaize “haklıydı”, diyebilmiş ve gururla, “Erdoğan vaizelerle toplantı yapmamıştır” diye sözlerini sürdürmüştü…

Genel dolaşıma yeni sokulan bir sözcük de “alime”; medrese eğitimi geleneğinde bilim kadını anlamına geliyor. Belli düzeyde bir din eğitimi alan kadınlar, icazet alarak alime oluyor. Belirli vakıflara akıtılan kamu kaynaklarıyla beslenen dinsel eğitim, yaygın bir biçimde “alimeler” yetiştiriyor. Böylece, bilim insanı kavramının yerini alim ve alimeler; üniversitenin yerini de medresenin almakta olduğu bir süreç oluşuyor. Yukarıda sözü edilen Ayasofya-YÖK Başkanı bağlantısı aslında bunu tamamlıyor; giderek Türkiye’nin geleceğinin altyapısı özelliği kazanıyor.

Dilbilimcilerin alanına karışamam; ancak, AKP sözlükleri kanıtlıyor ki, bir sözcük yalnızca bir sözcük değildir; çok daha fazlasıdır.