Geçtiğimiz günlerde kamuoyu araştırması yapan KONDA ve Metropoll’ün, AKP iktidarına olan seçmen desteğinin yüzde 30’lara kadar azaldığını açıklamaları doğal olarak yoğun yorumlara yol açtı.

Dahası, işin kolayına kaçan muhalefet partilerinin birçoğu da, elektriğin aç-kapa düğmesini çevirir gibi, eğer kendileri AKP’nin yerine işbaşına gelirse ülkenin bir anda güllük-gülistanlık olacağını ısrarla vurgulanmaya başlandı.

Oysa, AKP iktidarının ülkeyi getirdiği yer, bu kadar kolaycı yaklaşımların kaldıramayacağı kadar ağırdır.

Ekonomide kaçınılmaz başarısızlık

AKP’nin oy kaybıyla ilgili son yorumların ortak özelliği, iktidarın ekonomide yaşanan sıkıntılar nedeniyle oy kaybettiği ve bu nedenle de daha baskıcı bir yönetime yöneldiğidir. Bu görüşe göre AKP, ekonomiyi yönetmede başarılı olamadığı için, baskıya yöneliyor; gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırıyor.

Bu yaklaşımda, neden sonuç, sonuç da nedenin yerine konuluyor. Ekonominin kötüye gidişinin öbür iç ve dış ekonomik ve siyasal nedenleri olmakla birlikte, asıl belirleyici neden AP’nin hak ve özgürlükler konusundaki yasakçı tutumudur. Bir başka anlatımla ekonomi kötüye gittiği için AKP baskıcı olmadı; iktidar, hukukun temel ilkelerinden, hak ve özgürlüklerden uzaklaştığı için mi ekonomi, kaçınılmaz olarak, kötüye gitti. Ekonominin salgın nedeniyle daha da kötüye gitmiş olması bu gerçeği değiştirmiyor.

Önce özgürlükler gitti

Hiç kuşkusuz ekonomideki gidişin seçmen desteği üzerinde büyük bir etkisi var. Ancak, AKP örneğinde, iktidar, ekonomi kötüye gittiği için ya da ekonomik gelişmeyi sağlama gerekçesiyle baskıcı olmadı; iktidar, temel hak ve özgürlükleri sınırladığı için ekonomi kötüye gitti.

Yinelemekte yarar var. İktidarın ekonomideki başarısızlığın temel nedeni, yaşanmakta olan baskıların da altyapısını oluşturan ve tamamıyla AKP’nin eseri olan yasal ve kurumsal düzenlemelerdir.

Mimari tasarımı çok önceleri yapılan bu yapının temelleri, 21 Ekim 2007; 12 Eylül 2010 tarihlerinde halkoylamasına sunulan anayasa değişiklikleriyle atıldı. 16 Nisan 2017 tarihlerinde halkoylamasına sunulan anayasa değişiklikleriyle de çatısı tamamlandı.

Bu kapsamda, yargının, adli, idari ve mali birimleriyle birlikte bağımsızlığının ve tarafsızlığının yok edilmesi, yalnız ekonomik değil, genel anlamda özgürlüklerin uçup-gitmesinin ana nedeni olarak listenin en başına yazılmalıdır.

Ekonomik faaliyetlerin belirsizliğe itilmesi ve onula birlikte ekonomik özgürlüklerin kaybı ise yasama organının, bütçe yapma hakkı ve devletin gelir ve giderlerinin denetimi gibi en temel ekonomik alanlarda işlevsiz kılınmasıyla başlıyor. Aynı nitelikte etkileriyle bağımsız düzenleme ve denetleme kurumlarının tamamıyla iktidara bağımlı kılınması; Merkez Bankası’nın bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmesi sayılmalıdır. Ek olarak kamu ihale düzeninin delik-deşik edilmesi; kamu kaynaklarının verimsiz kullanımı; yandaş sermaye ve yandaş basın-yayın oluşturma ısrarı ve yatırımcı güveninin yok edilmesinin ekonomiyi olumsuz etkilediği belirtilmelidir. Eski Roma’dan buyana hukukun yerleşik evrensel ilkelerinden biri olan ve özel mülkiyetin hakkının temeli olan vasiyetname dokunulmazlığının üstelik Atatürk örneğiyle yok edilmek istenmesi de iktidarın ekonomiye bakışının yanlışlığı açısından değinilmesi gerekli noktadır.

Ekonomik istatistikleri derlemekle görevli kamu kurumu Türkiye İstatistik Kurumu -TÜİK’in, büyüme, enflasyon ve işsizlik gibi temel istatistiklerine olan kamuoyu güveninin tümüyle yok olmuş olması ise ekonominin kötüye gittiğinin en somut göstergesidir.

Tüm bu nedenlerle, AKP ile ilgili çözümlemelerin, çoğu kez yapıldığı gibi, dar ekonomizm yanlışına düşülmeden yapılması, yalnız iktidara gelmek isteyen partiler için değil, konunun araştırmacıları ve tüm toplum kesimleri için de büyük önem taşıyor.