Neoliberal-otoriter ve İslamcı-milliyetçi bir siyasete karşı sol bir anlayışla verilecek mücadele merkezine emek, laiklik ve antiemperyalizm kavramlarını almak zorunda.

AKP ve ardıllarına karşı sol anahtar: Emek ve laiklik
Fotoğraf: Depo Photos

BirGün Politika Kolektifi

AKP’nin 20 yıldır süren iktidarı boyunca sol ne yaptı sorusuna kuşkusuz ki gazetenin sınırlı sayfa sayısı ve olanakları ile yanıt verilemez.

Ama en genel hatlarıyla ülkenin içine girdiği kırılma anlarında solun tavrı ve sürece etkisini bir kez daha hatırlatmak istedik. Kuşkusuz AKP’li yıllarda sol yapıların eksikleri, yanlışları oldu. Ama alt çizilmeli ki özellikle sol-sosyalist yapıları ezici bölümü kesintisiz ve taviz vermeden AKP’nin karşısında durdu.

Bugün toplumun içinde yaşadığı ve sorun alanı olarak karşımıza çıkan her başlıkla ilgili bu yapıların çağrıları ve mücadelesi gazete sayfalarında duruyor.

Yürütülen kampanyalar, yapılan eylemler AKP’nin gerçek yüzünün ortaya çıkması açısından çok önemliydi. Bugün ülke bütünüyle bu piyasacı bir İslamcı partiye teslim olmamış ve hâlâ kurtuluştan söz edilebiliyorsa aslan payı hiç kuşku yok ki 20 yıldır mücadele edenlerindir.

AKP’nin sadece emek alanına dair politikaları değil, kadın, gençlik, ekoloji, savaş nerede yıkım varsa orada ilk mücadeleyi başlatan da ülkenin solcuları, ilericileri devrimcileri oldu. Bir anlamda AKP’li yıllar aynı zamanda ülkenin ilerici, demokrat, devrimci güçlerin Erdoğan karşısında verdiği mücadelenin de tarihidir.

Sol yapılarda (diğer siyasi güçlerden farklı olarak) ortak mücadele, ayrışma ya da farklı tutum alma meselesi temelde siyasi bir tercih olarak çıkar. Siyasi değerlendirmeler ayrılığın ya da bir arada olmanın gerekçesidir. Yazı dizisi boyunca ortaya çıkan fotoğrafta bu durumu teyit eden nitelikte oldu.

AKP TURNUSOL OLDU

28 Şubat muhtırasıyla başlayan ve AKP’li iktidar yıllarıyla devam eden süreç aynı zamanda ülkedeki sol yapılar için de turnusol oldu. 28 Şubat’ın değerlendirilmesi AKP’ye siyasal İslam’a bakış, başta Ortadoğu olmak üzere bölgede gelişmeleri değerlendirme ya da AB ve ABD ile kurulan ilişki bu dönem boyunca sol yapıların karşısına çıkan önemli sınavlar oldu.

AKP hem 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü hem de 24 Ocak kararlarıyla Türkiye’de inşa edilmeye başlayan neoliberal kapitalist sistemin tamamlayıcısı. Öyle ki neoliberal kapitalizmin 90 yıllardan itibaren yaşadığı ve tüm o sürece damgasını vuran, 2001 kriziyle pik yapan uzun süredir devam eden hegemonya mücadelesine son veren siyasi aktördü. AKP’nin tek başına iktidar olması yıllardır süren koalisyon hükümetlerinde karar ve uygulama süreçlerinde yaşanan sıkıntıların aşılması da demekti.

AKP’nin tek başına iktidara gelmesinin nedenleri bu yazının kapsamı dışında ama bu nedenlerden birinin solun alternatif güç olarak kendini toplumsal kesimlere sunamamış olması bizim dosyamızla ilişkili. 12 Eylül darbesiyle birlikte solun toplumla olan bağı tahrip edilmiş, solun boşalttığı alana, yoksul mahallelere tarikatlar, çeteler sokulmuş, liberal-muhafazakâr siyaset hâkim kılınmıştı. Keza Refah Partisi gibi İslamcı bir parti de devrimcilerin el çektirildiği yoksul mahallelerde filizlenmiş, AKP de bu ilişkilerin bir sonucu olarak kendisine taban bulmuştu. Bu koşullarda solun kendisini iktidar alternatifi olarak sunması zorlaşmıştı. Bununla birlikte Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından sol içerisine sirayet eden kimlikçi yaklaşımın da solun emek eksenli siyasetinin geri planda kalmasına, sosyalist-sol içinde de bu tartışmaların anlaşmazlık ve ayrışmalarla sonuçlanmasıyla solun gücü, birliği ve enerjisi absorbe edilmişti.

90’lı yıllardaki sürekli ekonomik ve siyasi kriz ortamının yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk kendisini eylem ve direnişlerde çeşitli biçimlerde (89 Bahar Eylemlilikleri, Büyük Madenci yürüyüşü, Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık Eylemleri, Susurluk Protestoları, 17 Haziran 1995 Kamu emekçilerin Ankara eylemini hatırlayım) sokağa yansıtmıştı. Ama bu tepkinin sol-sosyalist partilerde bütünleşmesi sınırlı olmuştu. Sol kendisini iktidar alternatifi olarak yeterince gösterememiş ve toplumsal hoşnutsuzluk 99 seçimlerinde sol-sosyalistlerde değil merkez partilerde parçalı bir şekilde kendisini göstermişti. Kimlik tartışmalarının etkisini gösterdiği sosyalist solun kendi iç çekişmelerinin de etkisiyle 99 seçimlerinde yaşadığı başarısızlık 2002 seçimlerinde aynı şekilde devam edecekti. Oysa neoliberal kapitalizmin toplumsal kesimler üzerinde yarattığı yoksullaşma, mülksüzleştirme ve güvencesizliği 90’lı yılların sonu ve 2000’lerin başında Güney Amerika’da önce isyan sonra da sol bir dalgayla sokaktan sandığa kadar uzanmıştı. Türkiye solunda 90’lı yıllardan itibaren billurlaşan kimlik siyasetinin yarattığı tartışma ve egemen renk olma hali emek eksenli bakışın dönüşümünü de beraberinde getirmişti.

TEMEL HAT PROBLEMİ

2002 seçimleri de solun iç çekişmelerle birlik olamadığı ve emek eksenli siyaseti hakim kılamadığı bir seçim olarak Türkiye solunun tarihine geçti. Türkiye solunda AKP öncesine dair kısa parantezi kapatıktan sonra AKP’nin siyasetinin köşe taşlarına değinelim. AKP neoliberal-muhafazakar-otoriter ve aynı zamanda popülist bir siyaset tarzı üzerinden kitleler üzerinde etkili olabilmiş ve hegemonya kurabilmişti.

Sol-sosyalistlerin sınıf-emek eksenli siyaset anlayışı AKP’nin bu hegemonyasının bir parçası olmalarının önüne geçen en önemli unsurdur. Siyasetini üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkileri Türkiye koşullarına göre analiz eden sosyalist sol AKP’nin popülist siyasetinin çemberinin dışında kaldı. Türkiye siyasetini ve devlet-toplum ilişkilerini Galip Yalman’ın çok yerinde bir tabiriyle muhalif ama hegemonik bir söylemle okuyarak Türkiye solunu da bu eksene çekmeye çalışan kimlikçi, “sol” liberal bakış açısı ise popülist siyasetinin çemberiyle birçok kez kesişmişti. Osmanlı Devletinden itibaren yüzyıllardır, halktan kopuk, halkın taleplerine kulağını tıkayan, sınıfsal ilişkilerden azade, merkeziyetçi, devlet imgesinin karşısına birçok farklı etnik-kültürel unsuru ve özellikle muhafazakâr-mütedeyyin toplumu içerisinde barındıran hiçbir zaman iktidar olamamış sivil toplumu koyan bir siyaset anlayışıydı. AKP’nin de kimsesizlerin sesi söylemiyle ortaklaşacaktı bu siyasi perspektif. Bu anlayışın sonucu çoğunluğu mütedeyyin olduğu sorgusuz sualsiz kabul edilen halkın içinden çıkan ve sınıf kimlikleri, emeğe yaklaşımları kulak arkası edilerek, “halkın esas adamları” İslamcı-muhafazakâr parti ve siyasilerden Medine Sözleşmesine atıfta bulunarak çoğulculuk-demokrasi, hak ve özgürlükler beklemek olacaktı tabii.

Aslında AKP’ye destek veren liberal ya da sol liberalleri kandırılmış, saf ya da kötülük abidesi görüp mahkûm etmek tek başına yeterli değil. Bu desteğe sebep verecek Türkiye ve Dünya siyaseti okumasının üstündeki örtüyü kaldırmak önemli. Ancak bu okumayla AKP’yle ortaklaşmak, birlikte bir siyasi ajanda çıkarmak mümkün olabilir. Türkiye solu içerisinde kimlikçi, toplumsal sınıfları göz ardı eden elitçi-seçkinci karşısında mütedeyyin halk kesimleri okumasının karşısında üretim ve toplumsal ilişkileri öne çıkartan emek eksenli bir siyaset okumasını hakim anlayış haline getirmek AKP iktidarına, Erdoğansız AKP iktidarına ve AKP sonrası restorasyon hükümetleriyle siyaset ajandası bakımından ortaklaşmanın ve Yeni-AKP rejimlerinin önüne geçecektir. Sosyalist sol kendi dünya görüşünü, siyasi ajandasını, sosyalist söylem ve pratiğini önce Türkiye solunun genelinde egemen kıldığı ve kamucu-laik-demokratik ve devrimci bir iktidar hedefini önüne koyduğu ölçüde Türkiye siyasetinde alternatif olabilecektir.

UZLAŞMAYI REDDETMEK

AKP’yle, solun ajandasının birleştiği noktalarda, AKP solu kendi söylemine ve siyaset çerçevesine sokarak absorbe etmiş ve solu geniş toplumsal kesimlerden de meşruiyet kazanmak için kullanmıştı. Keza, AKP yürüttüğü savaş politikalarında da bu sefer de etrafına “yerli ve milli sol”u alarak meşruiyetini sürdürmüştü. AKP hegemonyasının kurulmasında etkin olan ekonomi modelinin dışında, “sol”da yürüttüğü bu manevralar da etkili olmuştu. Oysa AKP kurulduğu andan şu ana kadar muhafazakar-otoriter ve neoliberal siyasetinden ödün vermemiş, emperyalizme karşı bir duruş içine girmemişti. İktidarını sağlamlaştırdığı oranda durumlarda muhafazakârlığın, otoriterliğin, İslamcı tahayyülünü dozunu artırabilirken bunu popülizm siyasetiyle dengeleyebiliyordu. Ama genel olarak baktığımızda AKP dayandığı sacayaklarında değişiklik yapmadı. Ona rengini veren muhafazakârlık otoriterlik ve neoliberalizm her zaman mevcut oldu.

2013’teki Gezi İsyanı da sola neoliberal-otoriter ve İslamcı iktidar karşısında kamuculuk, emek, özgürlük ve laiklik ekseninde bir siyasetin başarılı olabileceğini hatırlattı. Gezi AKP’nin inşa ettiği neoliberal-otoriter ve İslamcı hegemonya karşısında emek, kamuculuk, özgürlük ve laiklik anlayışına dayalı bir karşı hegemonya kurması sol içerisinde AKP’yle ortak bir siyasi ajandası olan çevrelerin söylemlerine de etki etti. Solun genelinde Gezi’nin temelini oluşturan bu siyasi anlayış belirleyici oldu. Gezi, İslamcılardan demokrasi, özgürlük ve çoğulculuk bekleyen solcuların da sol içinde hegemonyasının sonu oldu. Geziden sonra 2015 seçimlerinde, 2017 Anayasa Referandumunda 2019 Seçimlerinde ve dosyamızda bahsettiğimiz kritik dönemeçlerde solun genelinde emek, kamuculuk, özgürlük ve laiklik anlayışının hakim olması AKP karşısında tavizsiz ve uzlaşmasız, ortak keseni olmayan bir siyaseti mümkün kılmıştı.

Sosyalist solu bırakın, genel olarak solu sol yapan değerlerin muhafazakârlık otoriterlik ve neoliberalizmi kendine kılavuz eden siyasi ajandayla kesişmesi mümkün olmamalı. AKP sonrası siyaset için de sosyalist sol bu anlayışla uzlaşmayacağı bir perspektifi solda egemen kılmalıdır. Sosyalist sol emek, sınıf, antiemperyalizm, laiklik kavramlarını merkezine koyup buradan bir siyaset ürettiği sürece neoliberal-otoriter ve İslamcı ya da milliyetçi bir siyasetle ortak bir zeminde buluşmayacaktır.

BİTTİ