Darbeleri soruşturma komisyonu: Tamam, AKP’liden her şey beklenir; zira onlar, arkasında yüzlerce koruma, çevresinde binlerce polis, elinde devletin bütün gücü, karşısındaki sade vatandaşın üzerine yürüyüp hakaret edebilen, dolayısıyla her an herkesi aşağılayıp hedef gösterebilecek birinin bulunduğu yerde bulunmayı, ona yaklaşıp yanaşmayı, dahası onun takdir ve tercihine mazhar olmak için artık neler yaptılarsa onları yapmayı kendisine yedirebilmiş şahıslardır; ancak diğer partilerin temsilcilerinin AKP’nin gönüllü figüranlığını üstlenip şu anda yaşadığımız darbe rejimini meşrûlaştırmaları hem akıl almaz, hem de affedilmez bir durum.

Sağ olsun, pek kahraman ve pek şerefli Türk ordusu bizi öyle alıştırdı: Radyoda marş ve kahramanlık türküleri duyup, karşımızda/tepemizde de asker görmedikçe darbe yapıldığının farkına varamıyoruz. Oysa AKP darbenin dik âlâsını gerçekleştirmiş vaziyette: Yasalar Meclis’ten zorbalıkla çıkıyor, bunların dile getirilmesi ve halk tarafından görülüp bilinmesi sonuna kadar engelleniyor, milletvekilleri başbakanın üniformalı-üniformasız fedaileri tarafından gazlanıyor, tartaklanıyor, yumruklanıyor, zindanda tutuluyor, zindanla tehdit ediliyor; yüzlercesi belediye başkan ve meclis üyesi seçilmişler olmak üzere binlerce insan evi basılıp zindana atılıyor ve yargısız infaza uğratılıyor, on binlerce insan gazlanıp coplanırken, toprağına-suyuna sahip çıkmak isteyen silahsız köylülerin üzerine ordu gönderiliyor; dahası, başbakan bir yandan “ben ve adamlarım hesap vermez” deyip kendisine çete kurma yetkisi veren yasa çıkartırırken, diğer yandan da kindar-dindar yaratıklara dönüştürmek üzere daha beş yaşındaki çocuklarımızı gaspetmeye yönelik düzenlemeler kotarılıyor.

Darbeleri soruşturup darbecileri yargılama hokkabazlığını yaparken, darbelerin getirdiği bütün düzenlemelere sahip çıkmaktan da utanmıyorlar: “Seçim barajını kaldırmak ihanet olur” deyip, askerî yönetimin bile getirmediği keyfî yasak ve kısıtlamalarla gerçek anlamda bir tedhiş rejimi uyguluyorlar. Sezaryenle doğumun, Amerika-Avrupa ortalamalarına göre %25 daha fazla olduğunu dehşetengiz bir vaka, hatta kökü dışarıda ve soyumuzu kurutmaya yönelik haince bir planın gereği gibi sunup insanları canilikle suçluyorlar ve tabiî yine hiç utanmıyorlar: Türkiye’de ‘terör’suçundan hüküm giymişlerin oranı Dünya ortalamasından %25 değil, %250 de değil, tam %2500, yani 25 kat daha yüksek.

Ve Kılıçdaroğlu, ‘insan’ kavramının en az 1500 yıl gerisinde kalmış, dolayısıyla hak, hukuk ve adalet parametreleri üzerinden hiçbir şey anlaması mümkün olmamanın ötesinde, kendi mutlak diktatörlüğü uğruna insanları din-mezhep farklılıkları üzerinden birbirlerine kırdırtmayı göze almış birileriyle gidip ‘artık kan dökülmesin’ diye görüşmeye çalışıyor: İnsan, esas buna üzülüyor; zira, ben adım gibi biliyorum ki, Erdoğan, nasıl olsa çoğunluğu arkasına alma garantisi var diye, gerektiğinde solakları hain veya zararlı, onlara ait malı mülkü de sağlaklara helâl ilân edebilecek kadar ‘ileri demokrat’ bir muhteris.

Bakın en son ne dedi, Uludere konusunda: “Özür dilesek, sulh mü olacak?”. Katliam adamı üzmüyor; önemli olan, neyin alıcısı/müşterisi daha çok, daha varlıklı veya daha güçlü; katliamın mı, özrün mü. ‘Piyasa toplumu’nda her şey eşit derecede mubah; ODTÜ ve benzeri yerlerde felsefe diye öğrettikleri biçimiyle “anything goes”; dinci fanatizmle ‘post-modern’ özgürlükçülüğün öpüşüp koklaştığı ve daha da ileri gittikleri nokta da işte tam tam tamına bu ve sırf bu yüzden kürtaj sadece serbest değil, yerine göre mecburî de olmalı.