Muhalefet, milli birlik ve ‘bu zor günlerde’ palavrası ile aslında bana dokunmayan yılan bin yaşasın demek istiyor. Bu tavır; AKP’de bir kez daha ‘Allah’ın lütfuna dönüyor. Yeni rejim, krizlerle inşa ediliyor.

ABD’li Rahip Andrew Brunson’ın ev hapsine alınması ile başlayan krizin geldiği nokta, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında yaptırım kararlarları alınması ile sonuçlandı.

Türkiye ‘Cumhuriyeti’ krizlere aşina olsa da son 16 yılda yaşadığı, sarsıcı ilişkileri hiçbir dönem yaşamadı.

Krizler tarihi

19 Mayıs 1924’te, İngiltere ile Musul krizi patlak verdi. İstanbul Konferansı toplandı ve burada Türkiye tarafından, vilayetin nüfusunun üçte ikisinin Müslüman Türk ve Kürtlerden oluştuğu savunuldu. Bu demografik yapıya göre Musul, Türkiye sınırları içinde kalmalıydı. İngiliz tarafının bu talebi reddetmesi ile konferans dağıldı. Anlaşmazlık, Milletler Cemiyeti’nde kurulan bir komisyonda tartışılsa da sorun askıda kaldı.

Türkiye, Ekim 1962’de ‘Soğuk Savaşın’ iki süper gücü ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan ‘Küba Füze Krizi’nin parçası oluverdi. Sovyetler, Küba’daki nükleer silahlarını, önce ABD’nin Türkiye ve İtalya’daki nükleer başlıklarını kaldırması karşılığında çekeceğini bildirdi. Kriz büyürken, pazarlıklarda, silahların karşılıklı olarak çekilmesi kararı alındı. Ankara, ABD’ye ‘haklı gerekçelerle’; “Bu kararı bana danışmadan nasıl alırsın?” diye tavır koydu.

ABD ve Türkiye arasındaki bir başka kriz, ABD’nin 36’ıncı Başkanı Lyndon B. Johnson’un 5 Haziran 1964’te dönemin Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye ilettiği mektupla yaşandı. Başkan mektubunda, Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri harekât düzenleyeceğinden haberdar olduğunu ve bundan endişe duyduğunu yazdı. ABD, “NATO Konseyi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin acele toplantıya çağrılmasını istemek mecburiyetinde kalacağını” belirtiyordu. İsmet İnönü, “Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de o dünyada yerini alır” ifadeleriyle karşılık verdi.

1974’te Başbakan Bülent Ecevit’in haşhaş ekimini yeniden başlatmasıyla yeni bir kriz meydana geldi. Amerika’da uyuşturucu tüketimi yükseliyordu ve Türkiye uyuşturucu kaçakçılığı ile suçlanan ülkeler arasındaydı. 1971’de haşhaş ekimini tamamen yasaklayan Türkiye’nin 3 yıl sonra kararını değiştirmesi Washington’la ilişkilerde gerginlik yarattı. Haşhaşın uluslararası standartlarda denetlenmesi yönündeki adımların atılmasına karar verilmesi ile kriz atlatılmış sayıldı.

Adana’daki İncirlik Üssü, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı kilit operasyon merkezlerinden biriydi. ABD ile Türkiye’nin müttefiklik ilişkilerinde ise, önemli bir pazarlık aracıydı. ABD, 1974 yılında Kıbrıs Harekatı sonrası Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya karar verince Türkiye, İncirlik Üssü ve diğer üslerin kullanımını askıya aldı. Bu başka bir kriz olarak tarihe geçti.

Suriye’nin Abdullah Öcalan ve PKK kurmaylarına kucak açması, kamplara ev sahipliği yapması gerekçesi ile 1998 Eylül’ünde Ankara, Şam’ı köseye sıkıştırmak için düğmeye bastı. Savaşa evrilen krizde, Mısır Devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in aracı olmasıyla tansiyon düştü.

12 günde 6 kriz

Türkiye tarihinde böylesine çarpıcı krizleri yaşadı. Ancak bunların tümü haklı gerekçeler çerçevesine oturuyordu. AKP dönemindeki krizlerden farklıydı. Zaman olarak da araları bir hayli açıktı.

AKP iktidarı; sadece 16 Nisan 2017 Referandum’u öncesinde Türkiye’ye 2 haftadan az bir sürede, 12 günde 6 kriz yaşattı. Kriz farklı ülkelerle, Belçika, Danimarka, Almanya, Avusturya, Hollanda, İsveç’le yaşandı. Portakal bıçaklamak ve Hollanda ineği veto etmek de bu krizlere dahildi.

Türkiye kendini aşıyor. ABD ile Türkiye arasındaki ‘Al papazı, ver papazı, krizi’ sürüyor. İktidar, alışık olduğumuz yöntemlerle kriz ‘yönetiyor’. “Sabır testi”, “şaha kalkmış Türkiye” arasına sıkışmış “bol kınamalı” ifadelerle, iç kamuoyuna yönelik şov devam ederken, papazı bulup bedeli ödeyen de aynı kamuoyu oluyor. Muhalefetin ve ‘muhaliflerin’ dili ise, ‘emperyalizme karşı duruş’ hikayesinden çok, AKP’ye yanlama tarzını ortaya koyuyor. Muhalefet, milli birlik ve ‘bu zor günlerde’ palavrası ile aslında bana dokunmayan yılan bin yaşasın demek istiyor. Bu tavır; AKP’de bir kez daha ‘Allah’ın lütfuna dönüyor. Yeni rejim, krizlerle inşa ediliyor. Gerçekte ihanetin ne olduğunu ve bu ihanetin dümen suyuna kim ya da kimler tarafından su taşındığını tekrar tekrar sorgulamak gerekiyor.