Ne güzel anlatıyor Nazım seni… “Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi” Diyelim ki Soma’daki maden katliamı haberini duydun, 301 işçinin diri diri yerin yedi kat altına gömüldüğünü öğrendin, aklına hemen seçimlerde iktidar partisinin Soma’da kaç oy aldığı geliyor, hemen sonuçlara bakıyorsun, oy oranları seni doğrulamış oluyor, koşa koşa sosyal medyaya giriyor, adeta […]

Ne güzel anlatıyor Nazım seni…

“Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi”

Diyelim ki Soma’daki maden katliamı haberini duydun, 301 işçinin diri diri yerin yedi kat altına gömüldüğünü öğrendin, aklına hemen seçimlerde iktidar partisinin Soma’da kaç oy aldığı geliyor, hemen sonuçlara bakıyorsun, oy oranları seni doğrulamış oluyor, koşa koşa sosyal medyaya giriyor, adeta “oh olsun, müstahak bunlara” diyerek bunu paylaşıyorsun ve yaptığın şeyi muhaliflik sanıyorsun.

“Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin”

Misal, üçüncü havalimanında piramitlerdeki köleler gibi çalıştırılan havalimanı işçileri bir gün “artık yeter” diyerek ayağa kalktı, “İnsanca çalışma koşulları istiyoruz” dedi, “Maaşlar elden ödenmesin, bankaya yatsın” dedi, “Sigortalarımız yapılsın” dedi. Hemen aklına türlü komplo geliyor, tıpkı “koyun” dediklerin gibi sen de “büyük oyun”u görüyor ve anında bozuyorsun: “İşçiler şimdiye kadar niye sesini çıkarmadı da şimdi eylem yapıyor, havalimanının açılışını yetiştiremeyecekleri için bunu kendileri tezgâhladı.”

“Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat”

“Askerimizin Suriye’de ne işi var, niye ÖSO canilerine Suriye’nin Kuvayı Milliye’si diyoruz, niye kamplarda bunları yetiştirip silahlandırıyoruz, neden komşu bir devletin rejimini değiştirmeye çalışıyoruz” gibi sorular aklının ucundan bile geçmiyor, geçse de sana öğretilmiş cevaplar var, “terörle mücadele”, “sınır güvenliği” falan dendiğinde anında hazır ola geçiyorsun… Soruların yok, cevapların yanlış, bir şey bilmemeyi seçiyorsun ama Taksim Meydanı’nda yılbaşı gecesi ÖSO bayrağı açıldığında küplere biniyorsun. O bayrağın orada açılmaması için ne yaptın peki şimdiye kadar, ne söyledin, neye karşı çıktın? Hiç.

“Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim”

Senden çaldıklarıyla ilk fırsatta kapağı yurtdışına atacak olanlara, geçmediğin halde parasını ödeyeceğin köprülere, kullandığın doğalgaz ve elektriğin fiyatına, omzuna bindirilmiş vergilere, enflasyona, işsizliğe, ülkenin talan edilmesine gıkın çıkmıyor ama eline üç kuruş verilip kölelik koşullarında çalıştırılan, en pis işlere sürülen insanlar için “Ülkemde Suriyeli istemiyorum” diyebiliyorsun, çünkü anlamlı soruların yok, çünkü cevapların yanlış, çünkü bilmiyorsun, çünkü bu işler Yılmaz Özdil okuyup Uğur Dündar izlemekle olmuyor.

“Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.”

Grev nedir, nasıl yapılır, grevler nasıl etkili olur bir fikrin yok, o yüzden İZBAN işçisi greve gidip tam da grevin amacına uygun bir şekilde hayatını olumsuz etkilemeyi başardığında, hemen düşmanlarına benziyorsun, hemen mağdur edebiyatına başvuruyorsun. İzmir’in rantını yemede hem iktidarla hem birbirleriyle kapışanlara “İşçiye hakkını ver, halkı mağdur etme” demek yerine yine komplo teorilerine sarılıyorsun. Neredeyse her yıl seçim olan bir ülkede, toplu sözleşme nedir, ne zaman yapılır bilmediğin için, “bilerek seçim dönemine denk getirdiler, zamanlama manidar, grevin arkasında iktidar var, sıkıysa başka yerlerde yapsınlar” diyebiliyorsun. Sonra grevin arkasında olduğunu iddia ettiklerin grevi yasaklayınca şaşırıp kalıyorsun, dur şuna da bir kılıf uydurayım diye düşünüp “amaçları zaten grevi yasaklayıp kahraman olmaktı” diye saçmalıyorsun.

Ne güzel anlatıyor Nazım seni;

“Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin, -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”