Akşener: AK Parti için küçük, milletimiz için büyük bir yolsuzluktan bahsetmek istiyorum
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, “Arsayı bir uyanık 11 milyon dolara alıyor. Ertesi gün KİPTAŞ 47 milyon dolara bu arsayı o uyanıktan satın alıyor” ifadeleriyle gündeme getirdiği arazi satışı skandalını, "AK Parti için küçük, milletimiz için ise oldukça büyük bir yolsuzluktan bahsetmek istiyorum" diyerek anlattı.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, “Arsayı bir uyanık 11 milyon dolara alıyor. Ertesi gün KİPTAŞ 47 milyon dolara bu arsayı o uyanıktan satın alıyor” diyerek anlattığı arsa satış skandalına ilişkin konuştu. Akşener, "Şu soyguna bakar mısınız! Milletin hazinesine çökmüş şu arsızlığa bakar mısınız!" dedi.
Akşener, partisinin TBMM grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Marmara Denizi'ndeki müsilaj krizine ilişkin konuşan Akşener, "Onlarca bilim insanının, aylardır yaptığı uyarıya kulak asmayan Bakanlık, sustu sustu, en sonunda Sayın Erdoğan, ‘çevre bizim işimiz’ deyince, nihayet adım attı. İşe bakar mısınız? Şu üstün liyakate bakar mısınız? Devletin bakanı, ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla’ demeden işe başlayamıyor" ifadelerini kullandı.
Akşener, "Turizm, balıkçılık, deniz ürünleri üretimi gibi birçok farklı sektöre olan etkilerini bir an önce belirleyin, bu sektörlere dair gerekli önlemleri süratle alın" çağrısında bulundu.
İmamoğlu'nun “Arsayı bir uyanık 11 milyon dolara alıyor. Ertesi gün KİPTAŞ 47 milyon dolara bu arsayı o uyanıktan satın alıyor” diyerek gündeme getirdiği arsa satış skandalına değinen Akşener, şunları söyledi: "Vatan Caddesi’nde, belediyeye ait olan bir yeşil alan, bir firmaya 25 milyon liraya satılıyor. Ardından, bir düzenlemeyle, bu arsa yeşil alan olmaktan çıkarılıp, imara açılıyor. Böylece fiyatı katlanıyor. Sonra ne oluyor? Bir süre sonra aynı arsayı, aynı Büyükşehir Belediyesi, bu kez, 430 milyon liraya geri alıyor. İki kalem oynatılan bu rezalette, milletin belediyesi, yani milletin bizzat kendisi, 405 milyon lira zarara uğruyor. O para da, o firmanın cebine giriyor. Bitiyor mu? Bitmiyor. Aynı arsa, yeni bir kararla, yeniden yeşil alan ilan ediliyor. Ve bugünkü piyasa değerine göre, fiyatı, 90 milyon lira oluyor."
Akşener'in açıklamasından öne çıkanlar şöyle:
"Lafa geldi mi yerli ve milli olduğunu söyleyen bu iktidarın işi gücü yabancılara kazandırmak. Kendi çiftçisi zor durumdayken, elin çiftçisini zengin eden de bunlar kendi yetiştiricisi perişanken, angus alıp başka ülkeleri zengin eden de bunlar. Kendi şeker fabrikalarını, yok pahasına satıp, stratejik bir ürünü, gayrı milli hale getiren de bunlar, yeni Amerikan Başkanı’na şirin görünmek için Cargill’in şekerindeki zehir miktarını artıran da bunlar.
Biliyorsunuz, Amerikan Cargill şirketi 3 yıldır ısrar ediyordu. Nişasta Bazlı Şeker kotasının artırılmasını istiyordu. Başta biz olmak üzere, birçok kişi ve kurum karşı çıktık. Neden? Çünkü, NBŞ dediğiniz Amerikan mısırından üretiliyor. Bizde ne var? Şeker pancarı. Yani isteniyor ki, Türk’ün pancar şekeri değil, Amerikalı’nın mısır şurubu kullanılsın. Yani isteniyor ki, Türk çiftçisi kaybetsin, Amerikan çiftçisi kazansın. Sonunda ne oldu? Bir gecede yönetmelik değişti ve NBŞ kotası, yüzde 2 buçuktan, yüzde 5'e çıkartıldı. Önce şeker fabrikalarımızı yok pahasına sattılar. Şimdi de NBŞ kotasını artırarak, çocuklarımızın sağlığını satıyorlar. Cargill’den hem mısır şurubu, hem de Tarım Bakanı ithal eden bu ucube sistemin ve onun arkasındaki bu çarpık zihniyetin özeti işte budur. Bu çarpık zihniyet, ne milletini düşünür, ne de çocuklarının sağlığını düşünür. Bu çarpık zihniyet, işine geldiği sürece yerli, koltuk tehlikeye girene kadar da millidir. Bu kadar basit. Siz sakın ola, Sayın Erdoğan’ın 'Yerli ve Milli' nutuklarına inanmayın. Yerlilik ve millilik, önce insanın yüreğinde olur. Önce aklında, önce fikrinde, önce zihniyetinde olur. Bunlarınki gibi, sadece sözde olmaz. Çünkü yerli ve milli olmak, tutarlılık ister. Her durumda önce millet, önce memleket diyebilmek ister. Şahsını milletinin önüne koyanlardan, yerli de olmaz, milli de olmaz.
Nitekim, sözüm ona, ultra 'milli' olan bu arkadaşlar, son olarak, bir başka utanmazlığa daha imza attılar. Çin’in, Uygur kardeşlerimize uyguladığı soykırım karşısında sergiledikleri, utanç verici pısırıklıkları yetmemiş gibi; iimdi de, Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa’nın, ikinci vatanım dediği, Türkiye’ye girişine izin vermediler. İşte size Sayın Erdoğan ve ortaklarının dillere destan yerliliği ve milliliği. İşte size, yoluna baş koyduğu İhvan kadar yerli Sayın Erdoğan ile tehditçi Çin elçisi kadar milli ortakları… Yazıklar olsun.
ESNAF ZİYARETLERİ
Geçtiğimiz hafta Karabük’teydim. Pazartesi günü de Niğde’ye gittim. İktidarın beceriksizlikleri sonucunda Karabüklü, Niğdeli esnafımızın, çiftçimizin durumu perişan. Karabük merkezde, genç bir kardeşimin oyun kafesi varmış. Diyor ki; 'Benim 16 aydan beri dükkânım kapalı. 2018’de, 300-400 bin lira bir yatırım yaptım, şu anda bitmiş durumdayım.' Safranbolu’da lokantacı bir kardeşim diyor ki; 'Okullar kapalı, askerler çarşıya çıkamıyor, müşteri yok. Biz nasıl geçineceğiz?' Kahveci kardeşlerim, 'Açız' diye pankart açtılar. 'Mağdur olduk, bize sahip çıkan yok' diyorlar. Yenice’de elektrikçi bir kardeşim diyor ki; 'Biz 17 gün kaldık evde ama bankalar çalıştı. Esnafın çek-senet ödemeleri var. 1 ay ileri ötelendi ama, 1 ay sonra yine tıkandı. Geçen sene kredi aldım, 150 bin lira kredi borcum var. İş yok, müşteri yok, bunları nasıl aşacağız? Bu borcu nasıl ödeyeceğiz?' Yenice’de yerel gazeteler, muhabirler bile zor durumda. Ulukışla’da bir manav kardeşim; 'Destek için müracaat ediyoruz, kimseye bir şey vermiyorlar. Bırakın desteği, başvurumuz bile onaylanmıyor. Her şey ucu ucuna denk geliyor. Biz kasabın yolunu unuttuk' diyor. Bor’da bir emeklimiz; 'Ben yüksek maaştan olacağım diye emekli oldum. Ama şirkette ortağım diye, bana şu an 2400 lira değil 1700 lira maaş veriyorlar. Şirketi feshedersem ben nasıl geçineceğim?' diyor. Oto Sanayi’de 84 yaşındaki Naci Abimiz ile tanıştık. 40 usta yetiştirmiş, sanayinin en eski ustası, kurucusu. O bile dertli. Diyor ki; 'Kupon arazi hâline döndü burası. Arsa olarak alıyorlar elimizden, bizi de dağın başına atıyorlar. Burayı bırakıp dağın başına taşınmamızı, üzerine de 100 bin lira para yatırmamızı istiyorlar.
ARSA SATIŞI SKANDALINI ANLATTI
Elimizi nereye atsak, kötü kokular yükseliyor, Gözümüzü nereye çevirsek, bir dümen almış başını gidiyor. İşte size bir örnek: İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde, geçmiş dönemde yaşanan, AK Parti için küçük, milletimiz için ise oldukça büyük bir yolsuzluktan bahsetmek istiyorum. Vatan Caddesi’nde, belediyeye ait olan bir yeşil alan, bir firmaya 25 milyon liraya satılıyor. Ardından bir düzenlemeyle, bu arsa yeşil alan olmaktan çıkarılıp imara açılıyor. Böylece fiyatı katlanıyor. Sonra ne oluyor? Bir süre sonra aynı arsayı, aynı Büyükşehir Belediyesi bu kez 430 milyon liraya geri alıyor. İki kalem oynatılan bu rezalette milletin belediyesi, yani milletin bizzat kendisi 405 milyon lira zarara uğruyor. O para da, o firmanın cebine giriyor. Bitiyor mu? Bitmiyor. Aynı arsa, yeni bir kararla yeniden yeşil alan ilan ediliyor. Ve bugünkü piyasa değerine göre fiyatı 90 milyon lira oluyor. Şu yüzsüzlüğe bakar mısınız! Şu soyguna bakar mısınız! Milletin hazinesine çökmüş şu arsızlığa bakar mısınız!
Durum ortaya çıkınca, Millet İttifakı’nın Büyükşehir Belediyesi hemen suç duyurusunda bulundu. Şimdi söz yargının. Milletin hakkını-hukukunu savunacak, bu yolsuzluğun hesabını soracak, onurlu savcı ve hakimleri göreve çağırıyoruz. Süreci yakından takip edeceğiz. Milletimizin helal parasının, bu haram düzeninin yandaşlarının cebine inmesine, izin vermeyeceğiz.
MARMARA DENİZİ'NDEKİ MÜSİLAJ KRİZİ
AK Parti iktidarı, Türkiye’yi her alanda beladan belaya savururken biliyorsunuz, Marmara Denizi de bir felaketle boğuşuyor. Müsilaj adı verilen deniz salyası, Marmara’daki deniz yaşamını ve kıyılarımızı tehdit ediyor. Bir şeyin altını özellikle çizmek istiyorum: Bu bela yeni değil. İlk olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Bugünküne göre çok daha küçük boyuttaki o felaket, ancak iki yılda temizlenebildi. Peki sonra ne oldu? 2020 yılının kasım ayında, yeniden ortaya çıktığında bilim dünyası, başta Bakanlık olmak üzere, ilgili birimleri uyardı, ‘Önlem alın’ dedi. Peki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ne yaptı? Mayısın ortalarına kadar, bu salgının sıradan bir plankton artışı olduğunu, numune almaya bile gerek olmadığını söyledi. Ama son bir haftada müsilaj kıyılarımızı sarıp, gündem olunca, nihayet Bakanlık, ‘Acil durum eylem planı’ yapmaya başladı. Onlarca bilim insanının, aylardır yaptığı uyarıya kulak asmayan Bakanlık, sustu sustu, en sonunda Sayın Erdoğan, ‘çevre bizim işimiz’ deyince nihayet adım attı. İşe bakar mısınız? Şu üstün liyakate bakar mısınız? Devletin bakanı, ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla’ demeden işe başlayamıyor. Bilimin uyarısı yetmiyor. Vatandaşın tepkisi yetmiyor. Bu işinin ehli arkadaş, Sayın Erdoğan parmak şaklatmadan adım atamıyor.
MURAT KURUM'A TEPKİ
Sen bu konunun bakanı olarak ne işe yarıyorsun? Seni oraya koltuk boş kalmasın diye mi oturttular? Seni o koltuğa, sağa sola git, fotoğraf çektir, bir de üstüne maaş al diye mi oturttular? Senin işin bu değil mi? Sekiz ay önce, bambaşka açıklamalarla sorunu görmezden geldiniz, bugün sırf Sayın Erdoğan parmak şıklattı diye acil eylem planı hazırlamak yarışına girdiniz. Bir de hala utanmadan işinizi yaptığınızı iddia ediyorsunuz. Böyle ciddiyetsizlik olur mu? Böyle basiretsizlik olur mu? Böyle bir devlet yönetimi olur mu? Ayıptır, günahtır.
Yapılan araştırmalara göre, Karadeniz’e ve Marmara’ya dökülen atıkları, yüzde 40 oranında azaltırsak, müsilaj sorunundan ancak 6 yılda kurtulabileceğiz. İktidar farkında olmasa da müsilaj belası işte bu kadar ciddi bir sorundur. Ve her ciddi sorun gibi, bilimle, akılla ve ciddiyetle çözülmesi gerekir. Böyle sorunlar, bir kişinin ‘Talimatı verdim’ dediği, sığ ve indirgemeci bir anlayışla çözülemez. Biz sorumlu muhalefet anlayışımız gereği işaret ettiğimiz sorunlara dair, çözüm önerilerimizi de paylaşıyoruz. Türkiye’nin meselelerini kimin çözdüğünü değil, meselelerin çözülüp çözülmediğini önemsiyoruz. Müsilaj meselesini, iktidarın beceriksiz kadrolarına bırakamazdık. O nedenle, Marmara Denizi’ni kurutma ihtimali olan bu belaya karşı, ne yapılması gerektiğine dair de çalıştık.
Öncelikle bu sorunun, yalnızca yerel yönetimlerin yükü olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bakanlık, zor zahmet de olsa, Büyükşehir Belediyelerimizi de dahil ettiği bir süreç başlattı. Bu adımı olumlu buluyoruz. Bunun devamında atılacak adımlar için de iktidara buradan çağrıda bulunmak istiyorum. Marmara Denizi’ne dökülen atık suların bir kısmı değil tamamının, ileri biyolojik arıtmadan geçmesi gerekiyor. Bunun için merkezi yönetim olarak hızlı bir şekilde yerel yönetimleri destekleyin. Mevcut arıtma tesislerini bir an önce ileri biyolojik arıtma tesislerine çevirin, gerekirse kamulaştırmaya gidin.
Vakit kaybetmeden ‘iyi tarım’ uygulamalarına geçin, gübre, kimyasal ve ilaç kullanımının azaltılmasını sağlayın. Şehir şebekelerinde yalnızca ön arıtma yapılan suyun, park ve bahçe sulamalarında kullanılarak, denize dökülmesini kısıtlayın. Denizlerimizdeki dip hayatına zarar veren, trol tipi avcılığa karşı yaptırımları arttırın. Marmara Denizi’ne atık su döken, ve nüfusu 5 binden fazla olan yerleşimlerde, hızla, ileri biyolojik arıtma tesisleri kurun. Karadeniz’deki kirliliğin daha fazla artmaması, Marmara Denizi’ndeki müsilajın, Ege’yi daha fazla etkilememesi için Marmara, Karadeniz ve Ege’yle etkileşimi bulunan ülkelerle Türkiye’nin liderliğini üstlendiği, ortak bir platform kurulmasını sağlayın. Deniz salyası, yalnızca ekolojiyi değil, ekonomiyi de ciddi şekilde etkileyen bir sorundur. Bu nedenle, turizm, balıkçılık, deniz ürünleri üretimi gibi birçok farklı sektöre olan etkilerini, bir an önce belirleyin,bu sektörlere dair gerekli önlemleri, süratle alın.
"ÇEVREYİ İŞ GÖREN ZİHNİYET"
Sayın Erdoğan’ın daha önce ‘Ekonomi bizim işimiz’ dediğinde başımıza gelenler ortadayken, şimdi çıkıp ‘Çevre bizim işimiz’ demesinden büyük endişe duyuyorum. Şayet sayın Erdoğan’ın çevreciliği de ekonomistliği gibiyse milletçe büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız demektir. Nitekim, çevreyi iş olarak gören bu zihniyetin, çevrecilik anlayışının da millet bahçesi inşa etmekten öteye gidemediğini, sayın Erdoğan’ın ‘Dünya Çevre Günü’nde’ yaptığı, ibretlik konuşmadan anladık.
Bizim için vatanın doğası kutsaldır. Dolayısıyla, doğamızı korumak ve kollamak, bizim için kutsal bir görevdir. Doğamız, topyekûn alarm verirken, bu uyarıyı duymamazlıktan gelemeyiz. Salda Gölü’ne beton dökenlerin, kendilerini ‘Yol kenarına ağaç diktik ya…’, diye savunmalarını kabul edemeyiz. Kazdağları'nı yağmalatanların, bizi millet bahçeleriyle uyutmaya çalışmalarına sessiz kalamayız. ‘Çevre bizim işimiz’ diyen Büyük Rizeli’nin, iflah olmaz rant sevdası için Rize’deki doğa kıyımına göz yummasını, görmezden gelemeyiz. Gelmeyeceğiz. Sessiz kalmayacağız. Kabul etmeyeceğiz. Memleketin cennet doğası için mücadele etmeye devam edeceğiz.”
"BU İKTİDAR UZMANLIK GEREKEN KADROLARIN ALIMINDA BİLE KUMAR OYNUYOR"
Türkiye, hem doğasını kurtarmak, hem de doğru ve planlı bir şekilde yeşil ekonomiye geçmek zorunda. Bu sadece doğamız için değil, fakirleştirilmiş ve sağlıksız gıdalara mahkum edilmiş milletimizi, bu cendereden kurtarmak için de hayati öneme sahip. Ama su meselesini çözmek, öncelikle samimiyet ister, kararlılık ister. Liyakatli kadrolar, vizyon sahibi bir yönetim anlayışı ister. Önce millet, önce memleket diyen bir iktidar ister. Biliyorsunuz, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü diye bir kurumumuz var. Cumhuriyet tarihi boyunca, dağa taşa adı yazılmış çok önemli bir kurumumuzdur. Daha geçen hafta, Cumhurbaşkanlığı bir kararname yayınladı. Dedi ki; ‘DSİ’de işe alınacak topograf, laborant, hidrolog gibi teknik personel, sınav yerine kurayla belirlenecek.’ Zihniyete bakar mısınız? Su gibi önemli bir konuda, uzmanlık gerektiren personel, KPSS ile değil, kura ile işe alınacak. Yani teknik bilgisi değil, şansı olan işe girecek. Biz, su konusu çok önemli diyoruz. Bu iktidar ise, uzmanlık gerektiren kadroların alımında bile kumar oynuyor. Böyle devlet yönetilmez. Bu kafayla bu meselenin altında kalırız. Bu zihniyetle susuzluk sorunumuzu çözemeyiz.
Türkiye potansiyeli olan bir ülke. Türkiye, güçlü, zengin ve mutlu olmak için ihtiyacı olan her şeye sahip olan bir ülke. Ancak bu potansiyeli bu ucube sistemle harekete geçiremeyiz. O nedenle, ilk sandıkta memleketin enerjisini çarçur edip, insanlarımızın umudunu öldüren, bu beceriksizliğe, bu umursamazlığa dur diyeceğiz. Türkiye’nin potansiyelini, milletimize zenginlik olarak döndüreceğiz. O zenginliği, eşe dosta değil, doymak bilmeyen o beş müteahhite değil, aklın ve hakkın işaret ettiği şekilde her bir vatandaşımıza yaşatacağız."