Akşener, 2000’li yılların başlarında Erdoğan’la düştüğü anlaşmazlık nedeniyle AKP’ye katılmaktan son anda vazgeçmişti. “Bizi vitrinde kullanacaklardı” diyen Akşener, partiyi vizyonsuzluk ve kapsayıcı olamamakla eleştirmişti. Yaklaşık 20 sene önce ‘vitrin süsü’ olmayı reddeden İYİ Parti liderinin, en sükseli zamanında Erdoğan ve Bahçeli’nin gölgesinde kalmaya razı olacağını düşünmek için ortada hiçbir mantıklı neden yok. Elbette Bahçeli de bunu göremeyecek kadar siyasetin acemisi değil ve başka bir hesabın peşinde…

Akşener’in ‘evi’ neresi, Bahçeli’nin hesabı ne?

BERKANT GÜLTEKİN

Bahçeli, Akşener’e bir kez daha ‘eve dön’ çağrısında bulundu. Partisinin il başkanları toplantısı öncesinde konuşan MHP lideri, eski mücadele arkadaşına “Dön evine, bitsin bu çile” diye seslendi. Böylece bir yandan İYİ Parti’yi “terörle işbirliği yapmak” ile itham eden iktidar bloku, diğer yandan partinin bir numaralı ismine ikinci kez ‘dostane’ bir davetiye göndermiş oldu.

AKP ile MHP’nin penceresinden bakılırsa, “terör” suçlaması yöneltilen bir siyasetçiyi ittifaka dahil etmek için bu denli uğraş göstermek, hayli çelişkili bir duruma işaret ediyor. Aslında bu çelişki, siyaseten yaşanan daralmanın ve çaresizliğin semptomlarından sadece biri. Bu buhran siyasetinin uç örneği, tekrarlanan İstanbul seçimleri öncesinde Bahçeli’nin, Öcalan’ın mektubu üzerinden HDP seçmenini tarafsızlık zeminine çekmeye çalışmasıyla görülmüştü.

Peki, ‘eve dön’ çağrısı Meral Akşener için ne anlam ifade ediyor? İYİ Parti lideri bu çağrıya ‘ben zaten evimdeyim’ imasıyla ikinci kez olumsuz yanıt verdi. Akşener’in bu tavrını sürdürüp sürdürmeyeceği siyasetin en önemli tartışma başlıklarından biri. Düzen içi siyasette tutarlılıktan çok çıkarın öncelendiğini bilen ve politik aktörlerden kuşku duyanlar, bu davranışlarında hiç de haksız değiller. Tam da bu sebeple meseleye Akşener’in ideallerinden değil, bugünkü siyasal varlığını anlamlandıran olgular çerçevesinden bakmak gerekiyor.

İYİ PARTİ’NİN ÇIKIŞI VE ‘KÜÇÜK’ DEĞİŞİMLER

İYİ Parti, Ekim 2017’de “Türkiye iyi olacak” sloganıyla yola çıktığında, Akşener’in Erdoğan’a ve siyasal İslamcı iktidar mekanizmasına merkez sağın ‘fabrika ayarları’yla muhalefet edeceği düşünülüyordu. Kuşkusuz bugün Akşener’in temsil ettiği muhalefet çizgisinde, merkez sağcı yaklaşımın fazlaca izi mevcut. Zaten İYİ Parti’nin üst düzey yöneticilerinin de bu geleneğe olan aidiyetleri, partinin mayasındaki merkez sağ bileşenini güçlü tutan unsurlardan biri. Ancak İYİ Parti’nin kurulduğu günden bu güne geçen 3 yılı aşkın sürenin, Akşener’e farklı bir misyon ve siyasi pozisyon yüklediği de aşikâr. Dolayısıyla politik denklemdeki yeri açısından gerek Akşener’e gerekse de partisine, 3 yıl önceki görünümüyle yaklaşmamak gerekiyor.

Akşener, İYİ Parti’yi kurup dümenine geçtiği ilk andan itibaren iktidar blokunu çatırdatma potansiyelini taşıyor olsa da, 2018 ve 2019’daki seçim süreçleri, hem partinin hem de Akşener’in siyasal konumlanmasında bazı açı değişiklikleri yarattı. Ekim 2017’de partisini kamuoyuna tanıtırken, laiklik vurgusu yapmaktan kaçınan, bunun yerine sıklıkla dinsel maneviyata yönelik mesajlar veren Akşener, geride bıraktığımız zaman diliminde AKP-MHP ittifakının ‘ana yurdu’ olan Orta Anadolu’daki seçmenden ziyade, seküler yaşamı benimseyen batılı-milliyetçi kesimlerin teveccühünü kazandı. Hatta bu kesimlerin İYİ Parti tabanının temel gövdesi haline geldiği söylenebilir. Belki de başta hiç hesaplamadığı şekilde, yaygın olarak laiklik konusunda hassasiyet sahibi olan milliyetçi tabanda taraftar bulan Akşener, bu gerçekliğin yarattığı farkındalıkla laiklik vurgulu söylemlerini artırdı ve konu özelinde zaman zaman CHP’nin önüne geçen çıkışlar yaptı.

Akşener’in Mayıs 2020’de katıldığı bir TV programında, “Laikliğin olmadığı bir demokrasiyi götüremezsiniz” şeklindeki sözleri, İYİ Parti’nin demokrasi anlayışında laikliğe atfettiği yeni (ve büyük) rolü anlamak açısından önemliydi. Ancak partinin laiklik çıtası, tarikatlar tartışmasında hayli yukarı çıktı. Mayıs 2020’de Uşşaki tarikatı lideri Fatih Nurullah'ın 12 yaşındaki çocuğa cinsel istismarda bulunması nedeniyle tutuklanmasının ardından, Meclis partileri içinde dini yapılanmalara dönük en sert açıklama İYİ Parti’den geldi. CHP’li ve HDP’li isimler tarikatlar için ‘sıkı denetimi’ savunurken, İYİ Parti Milletvekili Feridun Bahşi ise denetim yerine “komple kapatma” seçeneğinin uygulanması gerektiğini belirterek, “Tarikatların kapısına kilit vurulmalıdır. Bu yapılar için denetim de yetmez. Bunlar doğrudan tarikat olarak hizmet göstermiyorlar. Vakıf olarak hizmetteler. Cumhuriyet düşmanı vakıf ve kuruluşlar, sapkın dernekler ihalelere girip devlete sızıyor. Öyle bir duruma geldiler ki girdikleri ihalelerle büyük sermaye gruplarına dönüştüler. Dinini yaşamak isteyenlerin tarikat gibi aracılara ihtiyacı yoktur” değerlendirmesinde bulundu. CHP ile HDP’nin ‘tedbirli’ pozisyonuna karşın, İYİ Parti’nin bu tutumun kendisini sağda tanımlayan bir parti için hayli radikal olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bununla birlikte, geçirdiği kısmi değişime ve Meclis’teki büyük muhalif güçler içinde öne çıkmasına rağmen İYİ Parti’nin laiklik konusundaki yetersizlikleri de başka bir tartışmanın konusu.

Öte yandan seküler ve ağırlıkla ‘beyaz yakalı’ olan kesimlerin ekonomik talepleri de Akşener’in programının önemli bir parçası oldu. Erdoğan karşısında fazla bağırmadan ancak ‘teslimiyetçi’ algısı da yaratmadan ekonomideki sorunları dile getiren iletişim biçimi, Akşener’in tartışmalı siyasi geçmişi nedeniyle sol kamuoyunu etkilemese de yaslandığı sosyolojik taban tarafından tutuldu. Sosyal medyada oluşan rüzgâr, Akşener ile hitap ettiği kesim arasındaki talep-beklenti dengesinin sağlandığına işaret ediyor. Bu frekansta kalmaya devam etmesi muhtemel.

BIÇAK SIRTI DURUM

Türkiye’deki siyasal ve toplumsal dengelerin, Akşener’i ve partisini matematiksel açıdan önemli bir noktaya getirdiği yadsınamaz bir gerçeklik. Belki partiyi yüzde 10-12 bandında gezen seçmen tabanıyla ‘siyasette büyük güç’ olarak tanımlamak zor. Buna karşılık parti, küçük çaptaki oyların bile seçimlerin kaderini değiştirebileceği bir düzende, oldukça kritik bir konuma sahip. İdeolojik karakterine bakılırsa, Türkiye siyasetinin iki temel kutbuna da yakınlaşma potansiyeli olan Akşener, bugün sahip olduğu siyasal gücü Millet İttifakı’nın içinde yer almasına borçlu. ‘Siyaset Masası’ gibi önerilerle, iktidarın iki lideriyle eşit hizada bir diyalog hattı kurma iradesini gösterebilmesi de esas itibariyle bu güçle alakalalı. Fakat bu, oldukça bıçak sırtı bir durum… Siyasi kariyerinin en popüler ve etkili dönemini yaşayan İYİ Parti lideri, eğer Bahçeli ve Erdoğan’ın “eve dön” çağrılarına olumlu yanıt verirse, bir anda muhalefet cephesinin ‘nefret objesine’ ve Türkiye tarihinin en güvenilmez siyasi figürüne dönüşebilir. Buradan hareketle, Akşener’in bulunduğu cepheyi terk etmesinin siyaseten bir intihar ya da jübile anlamına geldiğini söylemek abartılı olmaz.

Meral Akşener, 2000’li yılların başlarında Erdoğan’la düştüğü anlaşmazlık nedeniyle AKP’ye katılmaktan son anda vazgeçmişti. “Bizi vitrinde kullanacaklardı” diyen Akşener, “yenilikçi” kanadın Fazilet’in devamından fazlası olmadığını söyleyerek, partiyi vizyonsuzluk ve kapsayıcı olamamakla eleştirmişti. Yaklaşık 20 sene önce ‘vitrin süsü’ olmayı reddeden İYİ Parti liderinin, en sükseli zamanında Erdoğan ve Bahçeli’nin gölgesinde kalmaya razı olacağını düşünmek için ortada hiçbir mantıklı neden yok. Bahçeli’nin yaptığı ikinci çağrıdan sonra İYİ Parti Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu’nun, “Türkiye’yi yönetmeye yönelik projelerimiz, öngörülerimiz var” şeklindeki açıklaması da partinin mevcut denklemi kavradığının ve bu özgüvenle hareket ettiğinin işareti.

ERDOĞAN-BAHÇELİ CEPHESİNİN BEKLENTİSİ

Elbette Bahçeli de bunları göremeyecek kadar siyasetin acemisi değil. Onun, Akşener’in ‘eve dönmesi’yle İYİ Parti seçmeninin blok olarak kendi bulunduğu safa geçeceğini düşündüğünü varsaymak da pek akıllıca sayılmaz. Muhtemelen Bahçeli’nin hedefi, Akşener’in Millet İttifakı içindeki önemini ve dolayısıyla da pazarlık gücünü artırarak, muhalefetin iç dengeleriyle oynamak. Cumhur İttifakı, 2023 veya daha yakın bir tarihte yapılacak seçimlerde, rakip ittifaktaki liderlik yarışını kızıştırmak ve ittifakın içindeki paylaşım sistematiğinde bir ‘arıza’ çıkarmak istiyor gibi. Erdoğan’ın Bahçeli’nin Akşener’e yaptığı ilk çağrıyı “makul” ifadesiyle değerlendirmesi, kişisel bir temenniden çok sistemli bir hamlenin varlığını kanıtlıyor. Bunun muhalefette bir etki yaratacağı kesin; ne şekilde sonuçlanacağı ise Millet İttifakı’nın süreç yönetiminde izleyeceği stratejiye bağlı.

Tayfayı motive etmek için kullanılan hamasi söylemlere karşın, geminin kaptanları dalgaların gittikçe büyüdüğü bu suda daha fazla yol alamayacaklarının farkında. ‘Reform’ söylemi ne partilerin kadrolarında ne yandaş medyada ne de seçmende heyecan yarattı. Denizin bittiğini gören kaptan köşkü, rotayı ‘diğer gemiyi batırmak’ olarak belirlemiş durumda. Erken seçim çağrılarına olumsuz yanıt verilmesinin başat nedeni, Millet İttifakı’nın yekpare gireceği bir sandık yarışının yarattığı tedirginlik olsa gerek. Başarılabilirse, muhalefet cephesinin çatırdadığı ilk anda erken seçimin bu kez Erdoğan ve Bahçeli tarafından dillendirileceğini tahmin etmek güç değil. Zira seçimsiz geçirilecek 2 buçuk yıl, istikrarsız yönetimini ‘engel atlama’ metoduyla sürdürme çabasında olan Erdoğan için hayli uzun bir süre.