Sinemanın kendine özgü ustalarından Alan Parker’ı 31 Temmuz 2020’de yitirdik. O da tıpkı Kubrick gibi farklı film türlerinde çok başarılı çalışmalar yapmıştı. Irkçı Amerikan politik kültürüne dair eşsiz bir film olan Mississippi Burning, kötülük üzerine felsefi ve şoke edici bir korku anlatısı olan Angel Heart, Vietnam Savaşı ve post-travmatik stres sendromuna dair en iyi filmlerden olan Birdy, merkezine New York’u alan müzikal Fame gibi filmlerle sinema tarihine geçmiş bir ustaydı. Ama yeni kuşaktan öğrencilerim arasında Alan Parker ismini bilenler yok denecek kadar az ne yazık ki…

Görsel kültürle ilgili bir dersin iki haftasını müzik videolarına (videoklip) ayırıyorum. Müzik videosu kültürünün gelişimini yerli ve yabancı örnekler üzerinden incelediğimiz bu haftalarda öğrencilerin kendi seçtikleri bir videoklip getirmesi gerekiyor. Birkaç yılda bir öğrencilerden biri mutlaka Alan Parker’ın Pink Floyd’un The Wall albümü için yaptığı 1982 tarihli muhteşem filmin en meşhur sahnesini (gençlerin üretim bandından geçirilip iktidarın isteklerine uygun et yığınlarına dönüştürüldüğü sahne: “Another brick in the wall”) müzik videosu olarak getiriyor.

Bu öğrenciler tahmin edebileceğiniz gibi genellikle protest karakterli ve rock sevdalısı oluyor, ama bir teki bile The Wall’u izlemediği için ne bunun gerçekte bir film sahnesi olduğunu ne de Alan Parker ismini biliyorlar.

Söz konusu sahne, albümün ana temasını içeren şarkı nedeniyle uzunca bir süre televizyonlardaki müzik programlarında bu şekilde yayımlanmıştı, bugün de youtube gibi ortamlarda tek başına bir klipmiş gibi sunuluyor. İnternetin sonsuz ve kontrolsüz içerik zenginliği karşısında far görmüş tavşana dönen gençler de ötesine berisine bakmadan hemen atlıyor tabii.

İlk ve örtaöğretimi mahveden bir iktidar döneminde doğmuş bu gençler inanılmaz derecede hızlı bir görüntü üretim-tüketim çarkının tam göbeğinde büyüyor. Öyle yoğun bir görsel ürün bombardımanına uğruyorlar ki, kendilerine sunulanın dışındaki bilgi ve ürünlere yönelmeleri iyice zorlaşıyor.

Üç gün önce öldüğü için Parker’dan söz ediyorum lakin bu cehaletin çok daha acı örnekleri var: Türkiye’de doğup büyümüş ama hayatında bir kere bile Yılmaz Güney filmi izlememiş, Atıf Yılmaz’ın adını bile duymadığı için Kibar Feyzo’dan söz ederken “Kemal Sunal filmi” diyen öğrencilerle uğraşıyoruz bazen.

Gençlerin üniversitede eğitimini aldıkları alana yönelik bu bilgisizliğini büyütüyorumdur belki de, ama fotografik-sinematografik üretim üzerine öğrenim gören bir öğrencinin Orson Welles’i, Stanley Kubrick’i, Akira Kurosawa’yı, Francis Ford Coppola’yı, Bernardo Bertolucci’yi, Alan Parker’ı bilmemesi bana bir edebiyat öğrencisinin Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Oğuz Atay, Dostoyevski, Dickens ya da bir elektrik-elektronik mühendisliği öğrencisinin Tesla ve Edison isimlerini hiç duymamış olması kadar akıldışı ve ürkütücü geliyor.

Neyse ki elektrik-elektronik öğrencisi Tesla’yı, edebiyat öğrencisi okumamış olsa da yazarları biliyor genellikle; Alan Parker ve diğer usta yönetmenler konusundaysa, önümüzdeki yıllara bakacağız artık...

Alan Parker’ı bilin gençler, filmlerini izlediğiniz zaman göreceksiniz ki, o sizi çok iyi biliyordu!

***

Türkiye’nin en özgün sinema yazarlarından Cüneyt Cebenoyan öleli bir yıl oldu. Alan Parker’ı bilmeyen fotoğraf-video öğrencilerine dair huysuz ihtiyarlar gibi yakındığımda ıstırabımı gerçekten anladığını hissettiğim tek kişi Cüneyt’ti. Hem sinema hem de rock müzik sevgi ve bilgisine sahip, kendini çok iyi eğitmiş ve geliştirmiş (otodidakt) bir kültür insanıydı. İyi ki yaşadın Cüneyt!