101.Gün…

101. gününde işgalciler giderek kanıksanıyor. Hükümete bakan veren partinin iki bakanı da ülkenin bir ilçesine sokulmazken, itilip kakılıp hırpalanırken, anlamsız bir meşruiyet adına işgal hükümeti meşru kılınıyor.

İşgal hükümeti, ilçe kapatıp, bir haftada ilçeyi yerle bir ediyor, aç susuz bırakıyor, insanları öldürüyor ve ‘Seçim Hükümeti’ adı altında işgalini sürdürüyor.

“Ölen insanlığımızdır” yüzsüzlüğü içeride, dışarıda ölümleri durdurmuyor, tam aksine artırıyor.

Finans-kapital zorbanın görünür yüzleri de, benzer bir yüzsüzlük içindeler şu günlerde;
Avusturya’da kamyon kasasında 70’in üzerinde mültecinin cansız bedeni ile karşılaşıldığında Almanya Başbakanı Merkel, “sarsıldık” derken, İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström ise, botlarının batması sonucu boğularak ölen küçük Aylan’ın fotoğrafı hakkında konuşurken ağlıyor. İtalyan L’Unita gazetesinin, Başbakan Matteo Renzi’nin “Göç konusu konuşulması gerektiğinde Brüksel’dekiler tatilde oluyor ama iş vergilere geldiğinde hepsi birden uyanıyor” şeklindeki manşeti bir başka ikiyüzlülüğe vurgu yapıyor.

Bütün bu yüzsüz ağlamalar sürerken öte yandan Çek polisi göçmenleri damgalıyor, Yunanistan ve Bulgaristan, Türkiye sınırına duvarlar örerek karadan gelenleri engellemeye çalışıyor. Almanya başta olmak üzere mülteci sorununu sığınmacıların Avrupa’ya girişini engelleyerek çözebileceklerini düşünüyorlar.

Sorunun asıl müsebbiplerinden ABD, Suriye’de iç savaştan etkilenenlere toplam 4 milyar dolar yardımda bulunurken bu ay sonuna kadar Amerika’ya 1800 Suriyeli getirileceğini söyleyip bu rakamın artırılacağının planlandığından dem vuruyor.

Suriye iç savaşını ateşleyip körükleyen Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere Körfez İşbirliği ülkelerinden Bahreyn, Kuveyt, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri bir tek mülteci bile kabul etmeyip yarattıkları drama kapılarını sıkı sıkı kapatıyorlar. Suudi Arabistan yönetimi, “mültecileri içeri almazsak, çıkarmak zorunda da kalmayız” mantığıyla hareket ediyor. Tamamen haklarını da yemeyelim (!) Mülteci kabul etmiyor ama bakın ne yapıyorlar; Cidde’de yayımlanan ‘Arab News’ adlı Suudi Arabistan gazetesinin bir haberinde, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri’nin Zaatri mülteci kampına yapılan yardımdan dolayı kraliyet ailesine teşekkür ettiği belirtilmekteydi. ‘Suriyeli Mültecileri Destekleme Kampanyası’ tarafından 70 bin kilo hurma toplanıp kamp sakinlerine dağıtılmıştı. Kamp yönetimi de, mültecilerin hayat şartlarının düzeltilmesine katkılarından dolayı Suudi Arabistan yönetimine şükranlarını bildirmişti.”

Kral ailesi bu kadarla da kalmıyor, Ramazan ayı boyunca Lübnan’ın Sayda kentindeki Suriyeli mültecilere 3 milyon dolarlık yemek dağıtıyorlar. Yani, Suudi Kral’ın kızının Ramazan Bayramı öncesi geldiği Kapalıçarşı’da bir günde yaptığı 750 bin dolarlık harcamanın sadece dört katı. Ya da Fransa’da tatil yapan Kral ailesinin günlük masrafları kadar… İşte ölümlerine yas tutulan adamlar bunlar…

Oysa sığınmacılar kendilerini bu koşullar içine itenlerden sadece yaşama haklarını istiyorlar.

BM’nin tanımı ile mülteci; ‘ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişidir.’

Bugünkü gerçeklik bu tanımın çok ötesine geçmiş durumda; ‘zulüm göreceği korkusu’nun ötesine geçilmiş artık duyulan korku ‘ölüm korkusu’ olmuş.

Mültecilik, hukuki bir statüdür.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, sığınma hakkını şöyle tanımlar: “Herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınmacı ve bu ülkelerce sığınmacı işlemi görme hakkı vardır” (madde 14/1).

Kimi fotoğraflar karşısında sarsıldık, yıkıldık, insanlığımız öldü gibi laflarla timsah gözyaşları dökenler aslında kendi imzaladıkları İnsan Haklarını tüm dünyanın gözü önünde çiğniyorlar.

Tabii bu arada insan tacirleri de boş durmuyor. Yaratılan bu ortamı ‘değerlendirip’ milyon dolarlar kazanıyorlar. Üstelik parasını aldıkları insanları ya kamyonlar içinde ya da denizlerde ölüme terk ediyorlar. Malmö İstasyonu’nda bir günde 20 sahipsiz göçmen çocuk kayboluveriyor.

Sonu gelmez bu yazıyı, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin ilginç afişi ile sonlandırayım; ‘Albert Einstein da bir mülteciydi’.