Albüm kritik: Kayıp zaman albümü

En başta şunu belirtmeliyim: Yayınladığı ilk iki stüdyo albümle adından sıkça söz ettiren Manchester menşeli Hurts, bu yeni şarkılarıyla kariyerinin en zayıf çalışmasına imza atıyor. Hurts’ü var eden ikili Theo Hutchcraft ve Adam Anderson’ın geçen ay verdikleri bir röportaj dikkatimi çekmişti. “Pop müzik risk almaksızın ilerleyemez. Biz risk aldık” diyorlardı. Ancak “Surrender”da duyulan sesler tam aksi yönü gösteriyor. Grup iki yıl önce bıraktığı yerden daha ileriye gitmediği gibi mevcut konumunu da terk etmiş. Artık yeni kapıları aralayan, çizgisinin dışına taşmak için hareketlenen bir Hurts yok karşımızda. “Surrender” son yıllarda ezberlenen ve merkez pop cenahında bile sıradanlaşan formları takip etmekle yetiniyor.


Henüz çıkış yıllarında hedeflerine ulaşmış kimi başarılı gruplar tarz üzerindeki değişikliklerden çok sound’larını, bir başka deyişle hedef kitle onlarda neyi beğendiyse onu korumak isterler. Hurts de üçüncü stüdyo çalışması “Surrender” ile stadyum grubu olma arzusunu belli ediyor sanki. 2010’ların hemen başında yayınlanan bir numaralı uzunçalar “Happiness”ın neden çok sattığının farkındalar ve o stratejiyi bıraktıklarında onları ayakta tutan inceliklerin de yok olacağını düşünüyorlar belki de. Ama şu bir gerçek ki “Surrender” her vuruşu ayrıntıyla düzenlenmiş, bu prodüksiyon yoğunluğu nedeniyle de temel duygularını kaybetmiş şarkılardan oluşuyor.



Evet, albümde bölüm bölüm 1980’lerin synthpop tavrına yakın olma çabası var. Evet, farklı kanallardan üst perdeye yüklenen enstrüman geçişleri de kayda sirayet ediyor. Diğer taraftan Hurts’ün albümdeki esas amacı ise her şeyin ışık hızında tüketildiği bugüne uygun davranmak, bu zavallı modaya tutunabilmek. İki numarada ses veren “Some Kind of Heaven” ile hemen ardından gelen ‘Nothing Will Be Bigger Than Us’ tam olarak bu hedefin peşindeler.

İngiliz topluluğun Columbia Records etiketini taşıyan bu yeni çalışması popüler güzergâhta birkaç ay en çok dinlenenler arasında yer alabilir. Ama “Surrender” bir sonraki nesle ulaşır mı, tıpkı new wave’in ilk örnekleri gibi bundan çeyrek asır sonra da hatırlanır mı, emin değilim.