Geçen hafta demokrasi ve seçim üzerine fikirlerimi yazmıştım

Geçen hafta demokrasi ve seçim üzerine fikirlerimi yazmıştım. Demokrasiye olan inançsızlığımı ve seçim yerine kura çekilmesi gerektiğini de belirtmiştim. Şimdi de seçimle ilgili bazı söyleyeceklerim var elbette. Bunları maddeler halinde yazıp başka bir şeye, geçmişte yazdığım bir yazıya dönmek istiyorum. Seçimle ilgili olarak, bana göre 1. AKP başarılıdır ancak bu başarının nedeni değişti. Eskiden kitlelerin AKP’yle buluşması büyük anlatıların kitleler tarafından sahiplenilmesi şeklindeydi ancak artık kitlelerle Tayyip Erdoğan’ın kişisel hikâyesi ve karizmasının buluşması şekline döndü. 2. Bu tarz bir siyasetin yumuşama olanağı olmadığı gibi doğası gereği gittikçe sertleşmesi de kaçınılmazdır. 3. AKP seçmeni değişen sınıf yapısıyla Kemalizm eleştirisini kavradığı yere doğru kendisi hızla savrulmaktadır. Yani kendileri Kemalizmde eleştirdikleri saiklere sıkı sıkı sarılan “Kemalist” bir parti haline gelmiştir. 4. Muhalefet (CHP ve MHP) başarısızdır ancak bu başarısız olma durumu öncelikle salt ne Kemalizm’le ne de kaba milliyetçilikle açıklanabilir. 5. Ancak hem CHP’nin Kemalizm anlayışı hem de MHP’nin muhafazakâr milliyetçiliği artık Türkiye siyasetini kucaklamamaktadır. 6. Muhafazakârlığın en önemli kaynaklarından birisi olan Kürt coğrafyasındaki seküler hareketle ve Kürt kimliğiyle olan temassızlığın da bunda etken olduğunu belirtmek gerekmektedir 7. CHP’ye AKP ve seçmeni tarafından yapılan bazı eleştirilerin (Tıpkı CHP’nin AKP seçmenine cahil, kandırılmış olarak bakması gibi) temelsiz, mesnetsiz ve kibir dolu olduğunu söylemek mümkündür. 8. CHP seçmeninin ve seküler MHP seçmeninin AKP seçmenini cahillikle, geri kalmışlıkla suçlaması aslında bu iki partinin söylemsel siyasal zemininde henüz bir değişikliğin olmadığını göstermektedir. 9. Sistemle olan sorunla AKP’yle olan sorunu karıştırmak da başarısızlığın en önemli nedenlerindendir. 10. Sol’un bir bütün olarak muhafazakâr hareketi ve trajikomik bir biçimde MHP’nin de faşizmin karakterini doğru analiz edemediğini görmek mümkündür. 11. Kürt hareketi başarılıdır ancak “devlet dersine” iyi çalışmazlarsa yüz yıl önce düştükleri hatayı tekrar ederek “2023 hedefine” doğru gidecekleri çok açıktır.
Şimdi gelelim daha önce sözünü ettiğim yazıya. Bundan yıllar önce BirGün’de sol ve İslam ilişkisi üzerine bir yazı dizimiz yayınlanmıştı (Sosyolog İnan Keser’le birlikte). Dizi yayınlanmadan önce bir dostumuz bana en büyük eleştiri ve tepkilerin sol’dan geleceğini söylediğinde pek aldırış etmemiştim ama gerçekten öyle de olmuştu. Köşe yazarlarından üniversite hocalarına kadar birçok kişi hem mailime hem de kendi köşelerinden bana pek de güzel şeyler söylememişlerdi. Bu eleştirilerin özeti aslında Boğaziçi’nden bir hocanın “alemi kör herkesi aptal mı sanıyorsun” şeklindeki veciz özetiydi. Sonra El Kaide ve Sol başlıklı bir başka yazıda da benzer fikirleri devam ettirmiştim. Yazılara bugün döndüğümde ufak bazı düzeltme ve ekleme yapma ihtiyacı duysam da ana fikrini hâlâ koruduğumu söyleyebilirim. Ama ben galiba hâlâ alemi kör herkesi aptal sanıyor ve o yazıdan bir bölümü yeniden paylaşmak istiyorum.
“…Buna ek olarak sol cenahtan İslam üzerine araştırma yapan az sayıda araştırmacı da İslam ile sol düşünce arasındaki uzlaşmaz farklılıkları ve İslam’ın gerçeklerden uzak metafizik bir düşünce olduğunu tespit ve ispat etmeye çalışmaktan, İslam’ı anlamaya vakit bulamamıştır. Oysa İslâm, metinlerdeki anlatımların ötesinde, her dinde olduğu gibi, gerçek hayatın içinde mevcuttur ve bazı teorik akıl yürütmeler sonucunda metafizik olarak nitelendirilmesi İslam’ın mevcudiyetini ortadan kaldırmamıştır. Sonuçta dinin (özelde İslam’ın), sosyal süreç, yapı ve durumlara ilişkin çözümlemelerden dışlanması, sosyal olana ilişkin çözümleme çabalarının sürekli olarak eksik kalmasına neden olmuştur. “Dinin, metafizik, dolayısıyla bir yanılsama olarak kavranması, doğal olarak belirli bir dine, Türkiye özelinde de İslam’a bağlılık hisseden insanları bilimden ve rasyonel düşünceden yoksun görme sonucunu da beraberinde getirmiştir. Bu anlayış, kişiler arası ilişkilerde de sorunlu bir ortamın oluşmasına neden olmuş; Türkiye solcusu kendisini sıklıkla hayatın sırrına vakıf, aydınlanmış, modern insan olarak görmüştür. Sonuçta İslami düşüncenin taraftarlarıyla sol kesim arasındaki tartışma, son yıllardaki bazı önemli girişimler hariç tutulursa, eşitsiz bir tartışma olmaktan öteye gidememiştir. Bu tartışmalarda solcu ‘aydın’, genellikle kendi aydınlığından Müslüman kardeşine de bir miktar vermek isteyen bir abi rolünü üstlenmiştir.
Kısacası sol, tarihi boyunca, taktiksel olarak ittifak kurabileceği mezhep ya da hareketlerin olduğu durumlar hariç, teorik düzeyde İslam’ı bir bütün olarak ele almış ve değerlendirmelerini bu doğrultuda yapmıştır. İslam, Türkiye solu tarafından yalnızca Sünni İslam bağlamında değerlendirilmiştir. Sünni İslam’ın topluma yaklaşımı, örgütlenme pratikleri ve Türkiye özelinde sol elitistler tarafından dönem dönem en büyük tehdit olarak algılanması, solun İslam’a bakışındaki dışlayıcı sınırların oluşmasına da katkıda bulunmuştur. Kısacası Türkiye sol hareketi İslam’ı, bir bütün olarak kavradığı gibi bu tek İslam’ı Sünni İslam yorumuyla da bütünleştirmiş/eşleştirmiştir. Bu yaklaşım Türkiye özelinde iki önemli sonuç doğurmuştur; bir yandan sayıyla ifade edilemeyecek kadar çok olan mezhep, tarikat ve benzeri alt farklılaşmaları içeren İslam dünyası yanlış kavranılmış, çok daha doğru olan İslamlar terimi yerine tek, bütünlüklü ve totaliter bir İslam anlayışı solun da katkılarıyla sabit kılınmıştır. İslam’ın bu biçimde tanımlanması düşünsel bir hata yanında, Türkiye solunun pratik ihtiyaçlarından da kaynaklanmıştır.” O gün düşündüklerimi bugün de düşünüyorum. İşte bu çok tehlikeli. Çünkü bu durumda ya ben iyiye gitmiyorum ya da ülke. Ne dersiniz?